PeyamaKurd - Milliyetçiliğe Yeni Bakış adıyla bir eser kaleme alan yazar Ercan İlgin, kitabıyla ilgili ayrıntıları ilk PeyamaKurd ile paylaştı. Milliyetçilik kavramı ve Kürt Sorunu gibi birçok konuda sorularımızı yanıtlayan yazar İlgin şu ifadelere yer verdi:
Milliyetçilik, ezilen milletlerin özgürlük mücadelesinin her zaman temel dinamiği olmuştur. Bu yönüyle de her zaman ve her durumda bir ihtiyaçtır. Milliyetçiliğin özünde saldırganlık yoktur. Kürtler ayrı bir millettir ve dünya uygarlığı içerisinde kendi milli kimlikleri ile özgür milletler ailesinde yer almalılar. Kürtlerde eksik olan şey bana göre, bir millet sözleşmesidir. Millet sözleşmesinde milletin çıkarları esastır. Kürtler bugün ki Türkiye sınırları içerisinde kadim bir millettir. Daha sonra bu coğrafyaya yerleşmiş bir millet değiller. Kürtler, Orta Doğu uygarlığının temelinde varlar. Kürt Sorunu doğru bir kavram değil. Kürtlerin Kürt Sorunu değil, dört parçada millet olmaktan doğan haklarının çiğnenmesi sorunu vardır. Milliyetçiliği her türlü önyargılardan azade bir biçimde tartışmak gerekiyor, irdelemek gerekiyor. Kürtlerin öncelikle milliyetçilik kavramını içselleştirmesi gerekir.
Okuyucuların sizi tanıyabilmesi adına kendinizden bahsedebilir misiniz, Ercan İlgin kimdir?
Kürdüm. Kendimi Kürt milliyetçisi olarak tanımlıyorum. çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışmalarım oldu. Son birkaç yıldır da milliyetçilik konusu üzerine yoğunlaştım. Aktif siyasette yer almadım ve her hangi bir siyasi partide faaliyette bulunmadım.
Milliyetçilik kavramı Türk toplumu içerisinde özellikle iki kesim tarafından manipüle ediliyor. Bu iki kesim Türk sol-sosyalist kesim ile yine Türk islamcı-ümmetçi kesimdir. Onlar neredeyse 20. Yüzyılda yaşanan tüm kötülük ve felaketlerin sebebi olarak milliyetçiliği gösteriyorlar. Oysa ben tam tersine milliyetçiliğin, modernizmin, kalkınmanın ve her şeyden önemlisi demokrasinin temel dinamiği olduğunu düşünüyorum. Bu iki kesimin milliyetçiliğe negatif anlamlar yüklemesinin temelinde de manipülatif bir yaklaşımı var. Bunun nedenini de Kürtlere olan bakışlarında görmek mümkün. çünkü Kürt meselesi, Kürtlerin bir millet olmaktan kaynaklanan talebi meselesidir. Millet olmaktan doğan haklarını talep eden bir milletin de doğal olarak etrafında odaklanacağı temel argüman milliyetçilik olacaktır. Diğer taraftan milliyetçiliğe yönelik yapılan en haksız suçlamalardan biri onu Irkçılık, Şovenizm ve Faşizm ile aynı kefeye koymaktır. Oysa milliyetçilik; bireyin kendi milletinin çıkarlarını, kaygılarının merkezine koyması ve onun iyilikleri için mücadele etmesidir. Irkçılık ve Faşizm ise tam tersine milliyetçiliğe bir tepki ideolojisi olarak ortaya çıkmışlardır.
Milliyetçilik, ezilen milletlerin her zaman temel dinamiği olmuştur. Eğer 20. Yüzyılda sosyalizmin bir başarısından söz edilecekse o bu başarısını yine milliyetçiliğe borçludur. Bir diğer deyimle, 1917 Sovyet Devrimi dışında, 20. Yüzyılda adına sosyalist devrim denilen tüm devrimler özünde milliyetçiydiler. çin, Vietnam, Kamboçya ve Küba gibi ülkeler buna iyi bir örnektir. Bütün bu ülkelerde esas temel dinamik milliyetçiliktir. Bu ülkeler milli kurtuluş hareketlerini sosyalist ideoloji ile harmanlamaya çalıştılar. Ezilen milletlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinde her zaman başat düşünce milliyetçilik olmuştur. Diğer taraftan ben ezen millet kavramını da doğru bulmuyorum, bu sorunlu bir kavramdır. Bunun yerine egemen millet kavramını kullanmayı tercih ederim. Hiçbir millet ahlaki ve vicdani bir sorumluluk duygusu duymaksızın başka milletleri ezmez.
Irkçılık kesinlikle, milliyetçiliğe karşı bir tepki ideoloji olarak doğmuştur. Irkçılığın doğmasındaki temel dürtü, Avrupada milliyetçiliğin gelişmesi ile birlikte kendi ayrıcalıklarını kaybeden aristokrat, yani soylu sınıfın tekrar kendi imtiyazlarını elde etme adına kendilerini üst ırk tanımlama çabasıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ırkçılığın kendisi bir sınıf ideolojidir. Bu yönüyle de Marksizm ile örtüşür. çünkü Marksizm de Irkçılık gibi evrensellik iddiasıyla ortaya çıkmıştır ve enternasyonalist ideolojilerdir. Şu kadar ki Marksizm proletarya sınıfının ideolojisi iken, ırkçı ideoloji de soylu sınıfın ideolojisi olarak şekillenmiştir.
Dolayısıyla Irkçı ideoloji Avrupada çıktığı dönemde milliyetçilik ideolojine tepki olmasının yanı sıra, aynı şekilde milleti yatay olarak bölme temelinde gelişmiştir. Yani ırkçı ideolojinin ilk yaratıcıları, bu ideolojiyi kuramsallaştırdıkları zaman kendi milletlerine karşı da bir savaş ilan ediyorlardı. Nazilerin devraldıkları ideolojinin kökeni esas itibari ile buradan geliyor. Faşizm ise, İtalyada çıktığı özgün biçimiyle hiçbir zaman milliyetçi bir ideoloji olmadı. Onun temel dinamikleri Devrimci Sendikalizm ve Fütürizm idi. Devrimci Sendikalizm Marksist bir ideolojiydi, Fütürizm ise milliyetçilik dışında her şeydi diyebiliriz.
Günümüzde milliyetçilik bir hastalık mı bir ihtiyaç mı?
Milliyetçilik her zaman ve her durumda bir ihtiyaçtır. Birey bir aileye olduğu gibi bir millete karşı da aidiyet bağıyla bağlıdır ve kendisini tıpkı ailesi gibi milletinin de iyiliklerini çoğaltmaya karşı mükellef görür. Milletinin çıkarlarını kaygılarının merkezine koyma duygusu her zaman bütün milletlerin fertlerinde yer almıştır. Dolayısıyla milliyetçilik bir hastalık değil, tam tersine son 400-500 yıllık gelişim içerisinde moderniteyi yaratan bir kavram ise, bundan sonra da varlığını yine güçlü bir şekilde hissettirecektir. Ama milliyetçiliğin özünde saldırganlık yoktur. Saldırganlık kolonyalist ve emperyalist rejimlere özgü bir şeydir. Bu rejimlerin saldırganlığında milliyetçiliği konsolide edici bir biçimde kullanıyor olmasının günahı milliyetçiliğe çıkarılmamalıdır. Dolayısıyla bu saldırgan politikaları milliyetçilikle ilişkilendirmek de milliyetçiliğe yapılan haksız suçlamalardan biridir.
Milliyetçiliğin kolaylıkla şovenizme dönüşebileceği iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Milliyetçilik şovenizme dönüşmez. Her milletin fertleri, kendi milletinde bir takım üstün değerler görmeye çalışır ve dünya uygarlığına kendi milletine sunduğu katkılarıyla övünür ve bunlar doğal şeylerdir. Ama şovenizm dediğimiz şey, bir milletin alenen başka bir millet üzerinde tahakküm kurmasını sağlayan, bir başka milleti düşmanlaştıran, onu hedef gösteren ve onu ortadan kaldırmaya-asimile etmeye çalışan bir düşünce biçimidir. Hiçbir milletin kendi duygu dünyasında başka bir millete karşı böylesine açık bir düşmanlığını göremezsiniz. Milliyetçilik her durumda bir bireyin sadece kendi milleti ile gurur duymasıdır.
Hakim Ulus Kibri dediğimiz şey, Türkiyedeki şovenizmin cisimleşmiş halidir. Yani özünde şovenizmdir. Türk siyaseti içerisinde Kürtlerin varlığını reddeden, Kürtleri bir millet olarak tanımlamaktan imtina eden ırkçı ve şoven kesimlerin düşüncelerini bir kenara bırakalım. Onlar üzerinde zaten çok konuşulacak şey yok. Ama Türkiyede en çok ta Kürt realitesini kabul ettiği iddiasıyla ortaya çıkan gerek sol-sosyalist, gerekse islamcı-ümmetçi cenahta Hakim Ulus Kibri ziyadesiyle mevcuttur. Bu mevcudiyet Kürtleri kendi eşiti görmekten imtina ediyor. Esas sorun orada. Yani Kürtlerin ayrı bir millet olarak varlığını yadsıyorlar ve buna uygun politikalar geliştirmekten de imtina ediyorlar. Oysa ki Kürtler ayrı bir millettir ve dünya uygarlığı içerisinde kendi milli kimlikleri ile özgür milletler ailesinde yer almalılar.
Ben Kürtlerdeki esas eksikliği bütün sınıf ve tabakalarıyla ve bütün ideolojilerle birlikte ortak bir millet sözleşmesi etrafında birleşememelerine bağlıyorum. Kürtlerde eksik olan şey bana göre, bir Millet Sözleşmesidir. Ve millet sözleşmesine sahip milletler kendi içlerinde elbette farklı ideolojik argümanlara sahiptirler ve farklı ideolojileri savunurlar ama sonuçta bu farklılıklar bir noktada ortak bir millet sözleşmesi etrafında ve yine ona tabi kılınır. Fakat Kürtler milliyetçi düşünceyi kendi içinde yeterince içselleştiremedikleri için ortak bir millet sözleşmesi yaratamıyorlar.
Milliyetçiliği içselleştirmiş bir toplum kendi milletin çıkarlarını parti, örgüt ve liderlerinin üstünde görür. Millet sözleşmesinde milletin çıkarları esastır. Biz bir milletiz ama o millet olma bilincini henüz yeterince içselleştiremediğimiz için kendi içimizde çatışmalar yaşıyoruz. Dolayısıyla çözüm, Kürtler için ortak bir millet sözleşmesi oluşturmaktan geçiyor.
Ortadoğuda kadim bir Kürt, bir Fars ve yine bir Arap uygarlığı tarihsel süreç içerisinde hep var olageldi. Bu milletler Avrupa toplumları gibi erken dönem olmasa bile 20. Yüzyılın başında milletleşmeye başladılar. Ama Türk toplumu için aynı şeyi söylemek biraz zor. çünkü bana göre Türk toplumu hala milletleşememenin sancılarını yaşıyor. Bu konuyu kitabımda etraflıca analize tabi tutmaya çalıştım. Kürtlerin bir millet olarak içinde yaşadığı dört devleti saymazsak diğer milletler kendi doğal seyrinde gelişmelerini ve kalkınmalarını sağlıyorlar. Ama bu dört devletin kendi toplumlarını geleceğe taşıyıp uygar milletler ailesi içerisinde yer alabilmelerinin yegane yolu da Kürtlerin millet olmaktan doğan haklarını elde etmelerinden geçiyor.
Milliyetçiliğe yeni bakış açısıyla bakıldığında Kürt sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt Sorunu kavramının kendisi doğru bir kavram değil. Kürt Sorunu kavramı sorunlu bir kavramdır. çünkü Kürt Sorunu dediğiniz zaman Türkiyede Kürtlerin kendisinin bir sorunu olduğu bir sonuç ortaya çıkıyor. Oysa Kürtler bugün ki Türkiye sınırları içerisinde kadim bir millettir. Daha sonra bu coğrafyaya yerleşmiş bir millet değiller. Orta Doğu uygarlığının temelinde varlar.
Orta Doğuda sınırların yeniden çizildiği Birinci Dünya Savaşında Kürtlerin kendi iradeleri yok sayılarak dört devlet arasında devletsiz yaşamaya mahkum edildiler. En büyük parçaları Türkiyededir. Kürtlerin millet olmaktan doğan hakların çiğnenmesi sorunu var. Sadece Türkiyede değil her dört ülkede de dört parçada da bir Kürt sorunu yok. O ülkelerde Kürtlerin millet olmaktan doğan haklarının çiğnenmesi sorunu var. Öncelikle o sorunların çözülmesi lazım.
Öncelikle milliyetçilik kavramını içselleştirmeleri gerekiyor. Kürtler kendilerini milliyetçi tanıtmaktan imtina etmemelidirler. Bunun yerine de başka kavramlar aramaya da kalkışmamalıdırlar. Özellikle milliyetçilik kavramından kaçanlar günümüzde başka kavramlar bulma yoluna gidiyorlar. Milliyetçilik Kürtler için Kürtlerin rehberi olabilir.
Kürtlerin bu dört parçada kendi arasında bir birleşik devlet kurmasından bahsediyorsak, bunun bir ütopya olduğunu düşünüyorum. Reel politikada da bunun bir karşılığı yoktur. Kürtler her parçada kendi milli haklarının tesisi yolunda mücadele etmeliler. Bu illa bağımsızlık olacak demek değildir. Her parçada Kürtler, millet olmaktan doğan haklarının tesisi yolunda, meşru ve demokratik temelde bir mücadele yürütmelidir.
Her dört parçada Kürtler şüphesiz bir araya gelmelidirler. Bunun için de gerekirse bir konferansla toplanmalıdır. Sadece bu dört parçada değil, diaspora Kürtleri dediğimiz özellikle Avrupada yoğunlaşmış çok ciddi bir Kürt nüfusu var, dolayısıyla Kürtler kendi aralarında uluslararası bir konferans düzenleyebilirler, dünyaya karşı millet sözleşmesini deklare etmelidirler.
Milliyetçiliği her türlü önyargılardan azade bir biçimde tartışmak ve irdelemek gerekiyor. Bunu yaparken de aslında milliyetçiliğe yönelik manipülatif söylemlerin etkisinden kurtulmak gerekiyor. Benim bu kitabı yazmamdaki temel kaygım esas olarak budur. Bu nedenle kitabımın Kürt entelijansiyası içerisinde bu minvalde bir tartışmayı başlatmasını umuyor ve diliyorum.