RÖPORTAJ | Özçelik: KDP’ye 'onlar da teröristtir' deseydik şimdi onlarla da savaşıyorduk!

PeyamaKurd - 2007-2009 yılları arasında Irak Özel Temsilciliği ve 2009-2011 yılları arasında Irak Büyükelçiliği yapan Murat Özçelik Irak'ta yaşananlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.  Serbesti'ye konuşan Özçelik, "Siz T&u...

Haberler 06.09.2022 - 15:31 Son Güncelleme : 12.03.2025 - 18:49

PeyamaKurd - 2007-2009 yılları arasında Irak Özel Temsilciliği ve 2009-2011 yılları arasında Irak Büyükelçiliği yapan Murat Özçelik Irakta yaşananlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Serbestiye konuşan Özçelik, Siz Türkiye olarak Ben Suriyede sadece cihatçıları ve Arapları desteklerim. PYD de teröristtir kardeşim. Hepsinin üstüne vururum diye bir sistemle giderseniz, herkesi PKKlı olarak görürseniz olmaz. Daha önce aynı olayı biz Kürt bölgesinde de yapabilirdik. KDPye o da teröristtir deseydik ne olurdu? Onlarla da savaşıyor olurduk şu anda. Yani burada çok ciddi sorunlar var. Ve bu siyaset de maalesef hükümet değişmeden değişmez dedi.


Siz Irakta uzun yıllar görev yapmış bir diplomatsınız. Irakı iyi biliyorsunuz. İlk olarak Irak bugünlere nasıl geldi sorusu ile başlayabilir miyiz

Herkes olayın nasıl başladığını biliyor. Ama bir daha hatırlatalım dilerseniz. Amerikadaki o yeni muhafazakrlar bu bölgede Saddamın sürekli İsraili tehdit etmesini de göz önünde tutarak, Saddamın nükleer silah barındırdığını öne sürerek ABDnin Irakı işgal etmesini sağladılar.

ABD işgal ettiği zaman Irakı, bu neo-conlar (yeni muhafazakrlar) Iraktaki, kurtardıklarını düşündükleri Şiilerin onları ellerinde çiçekler ile karşılayacaklarını ve onlarla daha iyi bir yönetim kuracaklarını düşünüyorlardı. Her ne kadar Sünniler bazen kabul etmeseler de şu anda Irakın demografisine baktığımızda yaklaşık yüzde 65 civarında Şii, yüzde 35 civarında da Sünni olduğu söyleniyor. Burada olayın mezhep savaşlarına kadar giden kısmını, konunun çok uzamaması için çok anlatmamak lazım ama bir konuyu okurun bilgisine sunmak lazım.

Amerikanın Irakı işgaliyle birlikte, onların beklediği gibi onlara çiçek atacak Şiiler yerine, sürgün dönemini İranda geçirmiş, dolayısıyla İranın sözünden çıkamayacak çok sayıda Şii siyasetçi ve din adamı Iraka geri döndü. Sonuçta İranın da büyük katkısıyla yönetimi Şiiler ellerine aldı. Şimdi şunu iyi bilmemiz lazım; İran, Iraka neredeyse her bir damarına girecek kadar nüfuz etmiştir. Bu da istihbarat servislerinden bakanlıklara, mecliste çoğunluktan diğer aklınıza gelecek kurumlara kadar hep belli yerlerde İranın dediğini yapacak insanların bulunduğu anlamına gelir. Bu çok net bir şekilde görülmektedir de.

Dolayısıyla İran, ABDnin Irakı işgalinden sonra Sünnilerin ve Baasın ortadan kalkmasıyla birlikte Irakta büyük bir boşluk bulmuş ve o boşluğu çok ciddi bir biçimde doldurmuştur. Dolayısıyla Iraktaki savaşın kazananının İran olduğu çeşitli şekillerde zaten söylenmişti. Şimdi burada bir önemli nokta daha var; Iraktaki Şiiler Arap Şiileridir ve geri gelenlerin de tabii büyük çoğunluğu onlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla onlarda Fars Şiiliğine karşı Arap kimliğini, kendi kimliğini koruma özelliği bulunur. Bunun da ötesinde İranın bu kadar çok Irakın her işine müdahale etmesine karşı Irakta çok ciddi bir muhalefet de söz konusudur. İşte bu muhalefetin, yani ulusalcı muhalefetin başında Mukteda Sadr vardır. Bu hareketin başı olarak Mukteda Sadrın halk indinde ne kadar beğenildiği, sevildiği 60 dakika içerisinde kendi taraftarlarını evinin etrafına çekebilmesinde bir kez daha görüldü.

Bu tür bir güce sahip olmasının nedeni ise şu: Öyle bir sistem kurmuştur ki, bir defa Şiilikte devletten para almazsınız. Alamazsınız yani. Haramdır. Dolayısıyla bu paraları siz kendi takipçilerinizden toplarsınız. Bu sayede Sadr, topladığı paralarla sadece Şii din adamlarının ihtiyaçlarını değil aynı zamanda fukara halkın ihtiyaçlarını da karşılayabilmiş, temiz bir siyaset yürütebilmiştir. Burada yanlış hatırlamıyorsam Humus denilen bir sistemleri var. Bir para girer Sadrın kasasına ama bu giren para halkın ihtiyaçları da dahil olmak üzere dağıtılır. Hatta Kerbelada 24 saat halka yemek dağıtmak üzere bir ocak kaynar. Orada insanlara bedava yemek verilir.

Kürtler, malum Saddamdan Şiiler gibi en fazla çekenlerden

İranın Irakta ne kadar etkin olduğunu size söylemiştim. Mevcut duruma gelinmesinin nedenlerinin başında ise şu geliyor; siyaseten bakanlıklarda, mecliste şurada burada başta olan Şii ise onun bir yardımcısı Sünni, bir yardımcısı Kürt olacak diye belli bir kota sistemi devreye girmiş. Bunu yapan da uygulatan da, aslında yine İrandır. Ve bunun daim kılınmasını arzulayanlardan bir tanesi de Kürtlerdir tabii.

çünkü Kürtler malum Saddamdan Şiiler gibi en fazla çeken gruptur. Dolayısıyla Amerikanın Irakı işgaliyle birlikte elde ettikleri hakları ve bu kurumlardaki haklarını korumak bakımından onlar da bu sistemi benimsemişlerdir. Ama, 2010 seçimlerinde gördüğümüz çok büyük bir yanlışlık bizi Irakta bugünlere getirdi. 2010 seçiminde bir koalisyon kuruldu.

Halk mollaların din kisvesi adı altında halkı sömürdüğünü, hiçbir hizmet yapmadığını ve kendi ceplerini doldurduğunu gördüğünden dolayı bir koalisyona oy verdi. Bu koalisyonun adı El Irakiye idi ve başında da seküler bir Şii olarak İyad Allavi vardı.

Bu koalisyonda diğer Şii gruplardan bir kısmı ve Sünniler yer alıyordu. Bu ağırlıklı olarak seküler koalisyon seçimleri bir ya da iki sandıkla kazanınca İranın hiç beklemediği bir sonuç ortaya çıktı. çünkü İyad Allavi veyahut altındaki Sünni gruplar öyle İranın doğrudan dediğini yapacak nitelikte insanlar değildi. Onlar daha ziyade Irakın kendi ihtiyaçlarına göre iş yapmayı yeğleyen insanlardan oluşacaktı. Yani ne ölçüde başarılı olur olmaz kısmı ayrı bir konuydu ama demokratik bir seçim sonucunda da kazananlar onlardı.

Böyle olmasına rağmen İran kendisine bağlı olan Anayasa Mahkemesi başkanından bir karar çıkarttırdı. Bu kararda denildi ki seçimlerde parlamento içerisindeki hangi blok daha fazla oy almışsa o hükümet olur. İran, Anayasa Mahkemesinden demokrasiye hiç uymayan böyle bir karar çıkarttı. Bu karar neticesinde Şiiler çoğunlukta olduğundan seçimlerde ne olursa olsun Şii grupları bir araya koyduğunuzda iktidarı alacakları bir sistem doğmuş oldu.

Biz Irakın geleceği için demokratik sonuçlara uyulmasını istedik o dönemde ama Amerika da maalesef kendi askerlerini geri çekeceği dönemde İrandan herhangi bir tepki ve dolayısıyla askerlerine karşı bir müdahale başlamasın diye o dönemde ilk başta bizim de daha ulusalcı zannedip baktığımız fakat İranın hakikaten çok yakın adamı olduğu ortaya çıkan Malikinin bu Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda hükümetin başına geçmesi sağlandı.

Hani Türkiyede Yüksek Seçim Kurulunun seçimler devam ederken verdiği imzasız oyların geçerli olması kararı gibi Iraktaki AYM kararı da seçimin sonuçlarını etkiledi. Bu hususun çok ciddiyetle altını çizmek istiyorum. çünkü 2021de yapılan seçimlerde yine Sadrın kurduğu hareket daha fazla oy almasına rağmen İranın adamlarının bulunduğu Anayasa Mahkemesinin aldığı kararla Malikinin başında bulunduğu ve de yolsuzlukları ayyuka çıkmış olan insanların eline verilmek istendi iktidar. Üçte iki çoğunluk oluşturulamayınca maalesef hükümet on ay kadar kurulamadı.


Günümüze kadar olan süreci çok güzel özetlediniz. Sizin de bahsettiğiniz gibi Amerikanın işgalinden bu yana her seçim ve sonrası Irakta bir kriz dönemi yaşandı. Peki Sadrın siyasetten çekilme ve tüm kurumları kapatma kararı sizce bir sürpriz miydi? Siz bu kararı nasıl buldunuz? Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kararı beklemiyordum açıkçası. Ama şöyle bir gelişme oldu; biraz önce size Kum Havzasında ikamet eden Sadrın babasının talebesi olan ayetullah Hairiden bahsetmiştim. Ona bir profesör, ilahiyat profesörü olarak bakabilirsiniz; bütün talebeleri ve bütün ekolü ve onu takip edenlerle beraber. Şimdi tabii Sadr netice itibariyle Hairinin yolundan giden bir insan olarak Velayet-i Fakıha karşı çıkıyor ve ulusalcı bir çizgi izliyor Irakta. Böyle olunca maalesef İran, Ayetullah Hairinin bu işten el çekmesini sağladı. Yani onu buna mecbur bıraktılar.

İran bunu yapınca ona, taklit mercii Hairi olan Mukteda Sadr da tamamen bu olaydan hareketle dedi ki, Kardeşim, madem Hairiye el çektirildi, bu durumda ben siyaseti bırakıyorum. Ve siyasi kurumlardan da çekiliyorum dedi.

Halk da buna büyük bir karşıtlık göstermiştir, protesto etmiştir ama işin kontrolden çıkacağını anladığında Sadr destekçilerine çekilin, dönün yerlerinize demiştir. Iraktaki mesele kısaca budur.

Bunun bir anlamı da şuydu: Ben bundan sonra siyasete böyle devam etmem. Dini olarak ben eğitimimi tamamlarım. çünkü Ali Sistaniden sonra yerine kimin geçeceği çok önemli. çünkü o da bugüne kadar İranın adamı olmamıştır. En zor zamanlarda Irak için doğru kararlar vermiştir. İşin ilginç tarafı Sistani İranlıdır ama Iraktaki havzada yani Necefte yaşar.

Türkiyenin Orta Doğuda da başka bir yerde de herhangi bir itibarı kalmamıştı

Türkiye açısından bakacak olduğumuzda da bazı şeyleri söylememiz gerekir. Ben 2007-2009 yıllarında Irak Özel Temsilciliği, 2009-2011 yıllarında da orada büyükelçilik yaptım. Orada biz yani Türkiye Cumhuriyetinin laik büyükelçisi olarak hem Sünniler hem Şiilerle gerçekten çok yakın ilişkiler kurduk. Şunu söyleyeyim ben size; Sadrı daha 2008 ya da 2009 yılında Türkiyeye ilk davet eden bizdik. Ayetullah Sistani ile İran Büyükelçisinden sonra orada görüşebilen tek büyükelçi bendim.

Bir defa görüştük ama söylemek istediğim şu; oradaki siyasi partiler o dönemde bize hakikaten sadece yumuşak gücü getiren ve demokrasiyi sağlamlaştırmaya çalışan; herhangi bir bomba patladığında, herhangi bir kötülük ortaya çıktığında, terör hadisesi ortaya çıktığında o insanların yaralarını sarmaya çalışan bir konumdaydık. Ayrıca bütün partilere demokrasi nasıl işlerin derslerini veren bir pozisyonumuz, dolayısıyla da çok ciddi bir itibarımız vardı. Ve hatta o zaman bizim şimdiki cumhurbaşkanı, o zaman başbakandı malum, geldiğinde derdi ki Hepimiz Müslümanız. Bu büyük saygı görürdü iki taraftan da.

Mesela Şii Bayramını kutladığımızda Türkiye olarak hakikaten Iraklılar çok mutlu olurlardı. Yani bunlar birer gerçektir. Ne zaman bütün bunlar bozuldu? Bütün bunların bozulmasına sebep olan Suriye ile birlikte ve hatta Arap baharıyla birlikte bizim hükümetin Müslüman Kardeşler safında yer alıp onunla birlikte bütün sistemleri Sünnilik üzerine kuracağı bir yola girmesidir. Yani ondan sonraki dönemde zaten Türkiyenin Orta Doğuda da başka bir yerde de herhangi bir itibarı kalmadı. Ne itibarı kaldı ne sözü dinlenir oldu.

Türkiye zamanında etrafında bir dostluk çemberi kurmak istediğini söyledi. Daha doğrusu komşularla dostluk falan. Ama hiçbir şey olmadı. İşlerin dostluk çemberi yönünde ilerlemesini sağlayan ilk hareketlerden biri 2010 seçimlerinde gerçekten seküler Şiilerle Sünnileri desteklememizdi. İkincisi de Kürt bölgesiyle yani Irak Kürdistanıyla Türkiye arasındaki ilişkileri çok iyi bir noktaya taşıyacak bir süreci başlatmamızdı.

Mesud Barzaniye nasıl itibar edildiyse bu durum Suriyede de geliştirilebilrdi

Bu konuda alanda ciddi olarak uğraş vermiş bir adam olarak şunu söyleyeyim; şu anda eğer Irak Kürt Bölgesindeki partiler ve oradaki insanların bir nebze Türkiyeye olumlu bakışının nedeni bu doğru politikaydı. Bütün bu doğru politikanın sonuçlarına rağmen ne oldu da hükümet Kürtlere Suriyede, Irakın belirli bir bölümünde tekrar vurmaya başladı?

Şimdi PKKyı anladık ama hepsi PKK değil. Yani burada nasıl ki önce itibar edilmeyen Mesut Barzaniye daha sonra sadece KDP Başkanı değil, bölgenin cumhurbaşkanı, bölgenin başkanı olarak itibar edildiyse; nasıl Talabani hem KYB lideri hem de Irak Cumhurbaşkanı olarak ülkemizde kabul gördüyse benzeri bir sistemi bizim Suriyede geliştirip o dostluk çemberini Türkiyenin etrafına doğru uzatmamız mümkün olabilirdi.

Halbuki maalesef Türkiye, Arap Baharı ile birlikte Suriyede ve başka ülkelerde Müslüman Kardeşlerle bu işi yaparıza kapılarak Arapları desteklemeyi ve Kürtleri kenara koymayı netice itibariyle başardı.

Siz Türkiye olarak Ben Suriyede sadece cihatçıları ve Arapları desteklerim. PYD de teröristtir kardeşim. Hepsinin üstüne vururum diye bir sistemle giderseniz, herkesi PKKlı olarak görürseniz olmaz. Daha önce aynı olayı biz Kürt bölgesinde de yapabilirdik. KDPye o da teröristtir deseydik ne olurdu? Onlarla da savaşıyor olurduk şu anda. Yani burada çok ciddi sorunlar var. Ve bu siyaset de maalesef hükümet değişmeden değişmez.

Mevcut iktidarın yapmaya çalışıp da halka izah edemediği, ifade edemediği bir şeyi ben söyleyeyim: Operasyon operasyon diyorlar ya; şu son dönemlerdeki operasyonların bir kısmı daha ziyade içeride yani Irak halkının da artık Haşdi Şabi gitmeli düşüncesinde olduğu gibi, Kasım Süleymani zamanından beri Suriyeye sokulmuş olan İranlı milislerin yukarıya, yani Afrin civarına çıkmaya çalışmaları neticesinde mesela bizim İranlı milisleri durdurmamız gibi birtakım operasyonların yapılıyor olmasıdır.

Yani şimdi orada olan olay Amerika, Rusya, İran ve Türkiye arasında belli bir uzlaşıyla bir yere gidebilecek bir olaydır. Yani şöyle de söyleyeyim ben size; hani bir kısım muhalefet Esadla konuşulursa bu iş biter diyor ya, ben de aynı şekilde düşünüyordum bundan yedi sene önce. Ama şimdi öyle değil maalesef birçok şey değişti.

Suriyeye girilip bir sürü yanlış yapıldı

Yani tabii ki Beşar Esad da bu süreçteki unsurlardan önemli bir tanesidir ama Suriyenin huzura ermesi hiçbir surette sadece İranın ve Rusyanın desteklediği bir Beşar Esada evet deyip ondan sonra onun dediklerini yapmakla gerçekleşmez. Esad kalkıp şimdi Türkiyeye, Benim topraklarımdan çekil diyor. Sen dersin tabii, altı milyon adamı benim topraklarıma sürdükten sonra.

Ama siz de demezsiniz ki, Gayet tabii çekileceğim. Yani herhangi bir siyasi çözüm hem Türkiyedeki sığınmacıların kendi rızaları ve kendi iradeleriyle Suriyeye dönmelerini sağlayacak bir program öngörmeli ve bu program sadece Suriye, Rusya, İran tarafından değil; Batı yani Amerika, Türkiye, Avrupa Birliği ve herkes tarafından desteklenecek bir programla halledilmelidir.

Ve yine hakikaten de demokratik seçim yapılıp bir sonuca varılmalıdır. Yani demek istediğim mademki biz muhalefetteki insanlar baştan böyle bir şey yapılmaması gerektiğini söylememize rağmen Suriyeye girilip bir sürü yanlış yapıldı; ben bu saatten sonra bir Türkiye diplomatı olarak o yanlışlardan ziyade bundan sonrasında Türkiye lehine daha iyi nasıl bir sonuç alınabilire bakarım.

Ve burada eğer Türkiyenin çekilmesini istiyorlarsa, herhangi bir siyasi çözümle Türkiyedeki sığınmacıların da Suriyeye geri dönüşlerini sağlayacak bir sistemin kurulmasını önemli şartlardan birisi olarak ortaya koyarım.

Ana Sayfaya Git