"Diyarbakır Barosu Ekolü bitirilmek isteniyor!"

Diyarbakır Barosu Ekolü bitirilmek isteniyor!

Modern toplumun kurucu aktörleri arasında yer alan avukatlar, hem eski rejime hem de modern devlete karşı; mesleğini bağımsız olarak sürdürmek, mesleki örgütlenmesini bağımsız olarak yapabilmek, mesleki örgütünün başkanını bağımsız olarak seçebilmek, meslektaşlarının disiplin suçlarına bağımsız bir mesleki örgüt olarak müdahale edebilmek, devletin mesleki konularda vesayet denetimini ortadan kaldırabilmek, muhakeme esnasında bağımsızlık, duruşmayı terk, davayı bırakmak gibi hakları elde etmek için ciddi ve uzun mücadelelerden geçmiştir.

Türkiye’de sözü edilen bu mücadelelerden sonra avukatlık mesleği; barolar eliyle ekoller üzerinde ifadesini ve gelişimini sürdürmüştür. Karamanlı, İstanbul Barosu ve Diyarbakır Barosu olarak tanımlanması/nitelendirilmesi yapılan bu ekoller; cumhuriyet dönemi boyunca varlığını hep sürdürmüştür. Bu ekollerden Diyarbakır Barosu ekolü, her dönem tehditlerle karşı karşıya kalmışsa da varlığını sürdürmüş, günümüzde tehditler yerini, içten çürümeyle sonuçlandırılmak istenen tehlikelere bırakmıştır. Diyarbakır Barosu ekolü ve karşı karşıya kaldığı tehlikenin anlaşılması bakımdan diğer ekollerin ve tarihsel süreçlerin kısaca hatırlatılmasında fayda var.

Bu ekollerden ilki, olumsuz avukatlık pratiğidir. Olumsuz avukatlık pratiği “Karamanlı avukat” olarak nitelendirilmiş ve Ali Haydar Özkent’in deyimi ile bu ekol; ‘‘yalan-dolanla işini yapan, ruhları ve kafaları yalan- dolanla yoğrulan, ilimden, adalet duygusundan ve doğruluktan uzak, gözlerinin önünde yalnız para parıldayan utanmaz, cahil ayak takımının hepsine birden verilmiş bir ad’’da tanımını bulmuştur. Bu ekol, avukatlığı; bezirgânlıkla karıştırır ve pis bir iş adamının yapacağı ve hatta yapmayacağı her işi üzerine alır ve yapar süsü verir…

İkinci ekol, çıkış noktası İstanbul Barosu olduğu için bu baronun şahsında somutlaşmış. Zamanla Ankara, İzmir, Antalya gibi barolar da bir ekol oluşturmak istemişse de İstanbul ekolünden farklı veya onu aşan bir ekol olamadıklarından tümüne İstanbul ekolü denilmeye devam edilmiştir. 

Ayrıca bu baroların tümünde gelişen avukatlık pratiği, Kemalist ideolojiden beslendiği için ne yazık ki özgün ve yeni bir ekolünün gelişme olanağı da olmamıştır. İstanbul ekolü, kendini “adaletin şövalyesi” olarak görür.

Yine adaletsizliklerin ancak avukatların uğraşabileceği konular olduğunu; hatta adaletin salt hukuki mesele olarak ele alınması gerektiğini savunur. Klasik avukatın tahayyül dünyasının hâlâ büyük bir yer işgal ettiği bu ekolde; avukatlar sadece yargı süresi olarak tanımlanır. Bu tanımlamanın kaçınılmaz sonucu olarak avukatlar, aynı zamanda baskı aygıtı olan devletin içine hapsolmuştur. Bu nedenle bu geleneği edinenler; günümüzde her meseleyi devletin bekasından ayrık olarak ele alamamaktadır

***

Hukukun üstünlüğü ilkesinin fikri-pratik bütünlüğü sadece Diyarbakır Ekolüdürr

Bu iki ekolden farklı ve özgün olarak gelişen ekol ise Diyarbakır ekolüdür.

Türkiye avukatlık pratiğinde diğerlerinde farklı ve özgül ağırlığı olan ekol ise Diyarbakır Barosu ekolüdür. Bu ekol günümüzde Urfa, Batman, Şırnak, Mardin, Dersim, Van, Muş, Ağrı, Siirt, Bitlis, Bingöl gibi bölge illerinde kök salmış ve gelişmişse de başlangıç noktası ya da öncülüğü Diyarbakır’da oluştuğu için Diyarbakır Ekolü olarak bilinmiştir.

Ancak hakkını teslim etmek gerekir ki günümüzde diğer illerde bu ekolün tutarlı ve önemli temsilleri olarak ekolün daha da gelişmesi ve kök salmasına katkı sunmaktalar. Diyarbakır ekolü, İstanbul ekolünden farklı olarak tanımını ve niteliğini yaptığı hukuk mücadelesinin pratik tarihi içinde oluşturmuş ve geliştirmiştir. Diyarbakır ekolünün en önemli özeliği, Anayasada yer alan “hukukun üstünlüğü” ilkesini yaptığı mücadelelerle somutlaştırmış olmasıdır.

Bu ekol, hukukun üstünlüğü ilkesini üçlü sacayağı üzerine oturtmuştur. Ayaklardan birincisi hatta en önemlisi “toplumsal/hukuki değerler”dir.  

Diğeri ise bu toplumsal ve hukuki değerleri koruyacak evrensel hukukun temel ilkeleri ile usul kurallarıdır. Nihayet üçüncüsü ise bu değerler ve kuralları hayata geçirecek güçlü “hukuk kurumları”nın varlığı. Yani baroların rolünün etkinliği ve avukatlık mesleğinin evrensel hukuk değerlerine uygun yapılması…

Diyarbakır ekolü, ‘’toplumsal/hukuki değerler’’in olmadığı, bu değerlerin savunulmadığı, siyasal iktidarlar karşısında toplumdan ve hukuki değerlerden yana olunmadığı taktirde hukukun üstünlüğünden veya bu ilkenin savunulduğundan söz edilemeyeceğinden hareket eder. Gerçekte de bu üçayaktan biri eksik olduğunda; hukuki değerler, tanımlar, tespitler, kurumlar, usuller kendi başlarına fazla bir anlam ifade etmeyecektir.

Bugün Türkiye’de bu sacayağını oluşturan temeller, herkes tarafından parça parça ifade edilse de fikri-pratik bütünlük Diyarbakır ekolündedir. Diyarbakır ekolü, baskıcı siyasal iktidarlar karşısında halkın soluk borusu olmuştur. Mamafih bu rolü nedeniyle de her dönem siyasal iktidarların ve devlet içindeki kimi güçlerin hasmane tutumuna ve baskılarına maruz kalmıştır.

***

Hiçbir baskı politikası Diyarbakır Ekolünü teslim alamadı

“Kuvvetler ayrılığı” ve “hukukun üstünlüğü” ilkelerine uygun olarak etkin çalışmalar yapan Diyarbakır Barosu ve ekolü; insan hak ve hürriyetlerinin korunması ve geliştirilmesi hususunda öneri, itiraz ve talepleriyle baroculuğun -avukatlığın nasıl yapılması gerektiğini göstermesi bakımından örnek bir baro/ekol/ avukatlık pratiğidir.  Türkiye’de hukukun kural ve uygulamasında aksayan yönlerin bir an evvel düzeltilebilmesi için üzerine düşen çalışmaları yapan ve sorumluluklarını da yerine getiren Diyarbakır ekolu; yukarıda da ifade edildiği üzere siyasal iktidarların ve devlet içindeki kimi güçlerin hasmane tutumuna ve baskılarına maruz kalmıştır. Hasmane tutumlar, her dönem değişik şekillerde vücut bulmuştur.

Bu baskı politikalarından satır başlarını hatırlatmak gerekirse; bu ekolden gelen avukatlar için mesleki faaliyetler nedeniyle gözaltı, tutuklama, ceza soruşturması ve ağır ceza davalarıyla karşı karşıya gelme, ceza alma hatta kimi hallerde işkenceye maruz kalma vaka-ı adliyedendir (sıradandır)… Öyle ki bazı dönemlerde 1993 yılında Diyarbakır Barosu üyesi avukatların toplu gözaltı ve tutuklanması (o dönem baroya kayıtlı avukatların neredeyse yarısı tutuklanmıştı) gibi uygulamalar zaman zaman tekrarlanmış ve bu yaklaşım günümüzde de halen de devam etmektedir.

Sürekli baskı politikalarının işe yaramadığını ve Diyarbakır ekolünün; koşullar ne olursa olsun varlığını güçlendirerek devam etmesi karşısında şiddet politikaları devreye konuldu.

Şiddet ve yıldırma siyasetinden biri de 1991 yılında dönemin Diyarbakır Barosu üyesi ve sonradan başkanı olacak olan Mustafa Özer'e aracına bombalı saldırı düzenlenmesiydi. Bir diğeri de 14 Ekim 2015 tarihinde CNN Türk kanalında Ahmet Hakan'ın hazırlayıp sunduğu Tarafsız Bölge programında "PKK, terör örgütü değildir. Silahlı, siyasal bir harekettir." demesi nedeniyle dönemin Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin gözaltına alınması, hakkında dava açılması sonrasında öldürülmesidir.

Baro Başkanı Tahir Elçi; 28 Kasım 2015'te Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, Hendek operasyonları sırasında zarar gören Dört Ayaklı Minare önünde yaptığı basın açıklaması sonrasında katledilmişti.

Tahir Elçi’nin katledilmesinden sonra da Diyarbakır Barosu’nun insan hakları ve hukuktan yana tutarlı hukukçu kimliği, sürekli davaların ve tehditlerin hedefi oldu.  Bu tehdit ve hedef göstermelerde biri de dönemin Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafında yapıldı. TV ekranlarından açık açık tehditlerde bulunmaktan kaçınmayan

Soylu, şu sözleri sarf etmiştir: ‘‘Diyarbakır Barosu zaten PKK'ya müzahir bir barodur. Çok açık ve net söylüyorum PKK'ya müzahir bir barodur. Bütün eylemlerimizde, olaylarımızda, hukuka dahil olan bütün olaylarımızda PKK sesini çıkarmadığı zaman Diyarbakır Barosu sesini çıkartır”

Diyarbakır Barosu bu tehditlere, özetle Diyarbakır Barosu kurulduğu günden bugüne, gerek üyeleriyle gerekse kurumsal olarak yürüttüğü insan hakları ve hukuk mücadelesiyle ulusal ve uluslararası kamuoyunda büyük bir saygınlık kazanmıştır. Diyarbakır Barosu bu uğurda ağır bedeller de ödemiştir. Son olarak alçakça bir suikast sonucu Baro başkanı Tahir Elçi’yi kaybetmiştir. Diyarbakır Barosu hak, hukuk ve toplumsal meselelerde üyelerinin cesur ve fedakâr mücadelesiyle ödediği ağır bedeller neticesinde edindiği bu müstesna ve görkemli duruşuyla, geçmişte olduğu gibi bugün de tehdit eden bu dile boyun eğmeyecek ve sessiz kalmayacaktır’’ şeklinde cevabını gecikmeden vermiştir.

Nihayetinde bombalama, öldürme, işkence, gözaltı, tutuklama, ceza, üst perdeden tehdit gibi baskılar ile Diyarbakır Barosu ve ekolünün teslim alınamayacağı gören baskıcı rejim, çürütücü siyaset yöntemini kullanmaya başlamıştır. Sözü edilen çürütme siyaseti, Ekim ayında yapılacak baro seçimi ile taçlandırılmak istenmektedir.

***

Karamanlı ve İstanbul Ekolünün sentezi Diyarbakır’a taşınmak İsteniyor

Yazının başında olumsuz avukatlık pratiği olarak tanımlanan Karamanlı Avukatlık Ekolü ile devletin içine hapsolmuş İstanbul Ekolü sentezinden oluşan bir avukatlık pratiği/kültürü; uzun bir süreden bu yana Diyarbakır Barosu’na taşınmak istenmektedir.

Daha 2000’li yılların başında iken bu ucube kültür ve anlayışın Diyarbakır Barosuna taşınmak istendiğinin gören Diyarbakır ekolünden gelen avukatların ‘‘bu toplumda yaşadığı halde bu topluma ters düşen kötücül hukuk pratiği sergileyecek avukatların baro başkanı veya yönetimine girmesine izin vermeyiz’’ demeleri takdire şayandı. O dönem ne Diyarbakır Barosu’nda ne de Diyarbakır özgülünde başkaca kurum ve kuruluşlarda kötücül tohumları serpiştiremeyen siyasal rejim, bu siyasetini uzun soluklu zaman dilimine yaydı; zamanla siyaset, spor, sanat ve sivil toplum örgütlerinde yer edinmeyi başardı.  

Kürt siyasal hareketiyle birlikte Diyarbakır’da siyaset ve sivil toplum alanında mücadele eden kurum ve kuruluşlara; topluma ters düşün kötücül anlayışa sahip olan kimi şahısları, zamanla yönetici olarak yerleştirmeyi başaran ve bu yolla sivil toplum-siyaset mücadelesini geçmişle kıyaslandığında geriletmeyi başaran siyasal rejim; bugüne kadar bir tek kurumda, Diyarbakır Barosunda, istediği sonucu elde edememiştir. Siyasal iktidarlar, Diyarbakır Ekolünün güçlü temsilcisi olan Diyarbakır Barosu’na istediğini yaptıramamıştır. Burada çürütücü siyasetin başkaca kurumlarda yakın zamanlı etkilerini hatırladığımızda veya etraflıca tartıştığımızda Diyarbakır Barosu’nda yapılmak istenenin ne olduğu rahatlıkla anlaşılabilecek/gözlemlenebilecektir.

Diyarbakır’da sivil toplum mücadelesinin ve Kürt siyasal hareketinin geçmişle kıyaslandığında azalan etkisi ve mücadele azmindeki düşüş, bu çürütücü siyasetin temsilcilerinin olumsuzluklarının eseridir. Hatta bu uğursuz rolün işbirlikçi Kürt egemenleri eliyle geliştirildiği de defaatle görülmüştür. Diyarbakır’da spordan sanata, sivil toplumdan siyasete her alanda yaşanan ve eleştiri konusu yapılan tabloda ayrık otu gibi duran Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Hukuk Ekolüne kayıtsız kalınmayacağı uzun bir süreden bu yana zaten biliniyordu.

Ekim ayında yapılacak Diyarbakır Barosu seçimine, avukat olmadıkları halde Diyarbakır Ticaret Odası ve DİTAM (Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi ) gibi yapıların doğrudan ilgi göstermesi, başkan adaylarından birini doğrudan desteklemeleri, doğrudan destekledikleri adayın aile bağlarının bu topraklarla hiçbir aidiyet bağının olmaması, iş bu adayın Türk kökenli oluşu nedeniyle Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi”nde anlattığı tipik Türk karakteristik özelikleri taşıyor/ gösteriyor oluşu, kimi ilişkiler ağının /ucunun devletin derinliklerine kadar gittiği girift alanlar da düşünüldüğünde tehlike de görülür; yaratılmak istenen ucube avukatlık kültürü de…

***

Aldatmaya dayalı söylem Karamanlı avukatlığa çıkar

Kimileri tanıtım broşürlerinden hareketle; kimi kurum ve kuruluşlarda daha önce yapılan bazı çalışmalara katılım sağlandığı ya da broşürde Kürtçe isim vurgusuna dikkat çekmek isteyebilirler. Öncelikle sözü edilen çalışmaların tamamen ücretli olarak yapılan çalışmalar olduğu gerçekliği asla göz ardı edilmemelidir.

STK’larda belli bir ücret veya ekonomik gelir sağlama amacıyla yapılan çalışmaları, STK çalışması olarak nitelendirilmenin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Bir çalışmanın Sivil Toplum Örgütü veya İnsan Hakları Çalışması olarak nitelendirilebilmesi için bu çalışmanın tamamen gönüllülük temelinde ve karşılığında bir ekonomik yarar elde edilmeden yapılması gerekir.  Aksi, alanın ücretli bir çalışanı olmaya tekabül eder. Burada 415 yıl önce Cervantes’in aldatma ile ilgili anlattığı hikayeyi aklından çıkarmamak gerekir.


Şeytan giderken Don Kişot bağırdı;
‘Bir dakika bekle! Sana son bir soru daha soracağım’
‘Sor bakalım’, dedi alaycı bir sesle Şeytan.
‘Ormanda savaş naraları atanlar senin adamların mıydı?’
‘Elbette. Benim adamlarım çoktur!’
‘İyi ama tanrı Tanrı diye bağırıyorlardı?’
‘Ne sandın ya!.. Şeytan Şeytan diye mi bağıracaklardı? 
Bizim işimiz bu: Aldatmak, daima aldatmak!’der.


Aldatma hikayesinin önemi; konu etraflıca tartışılıp değerlendirildiğinde daha da ehemmiyet kazanmaktadır. Ulusal ve toplumsal bilinçlenmede geç kalanlar ile mesleki sorunlara hâkim olmayan avukatları hedefleyen seçim stratejisindeki kim söylemlerine bakmakta fayda var.

Avukatlık mesleğinin içinde bulunduğu ekonomik krizi fırsata çeviren bir anlayışla söylenen sözlerden örneğin ‘‘Diyarbakır’daki tüm anonim şirketleri, zorunlu avukat tutma düzenlemesine uymalarını sağlayacağım, CMK ücretlerini artıracağım’’ vaatlerinin de gerçeklikle ilgisi bulunmamaktadır. Evvel emir Diyarbakır’daki A.Ş’lerin tamamının en az bir avukatla sözleşmesi bulunmaktadır.

Belki birkaçının olmayabilir. Ama büyük bir çoğunluğunun zaten avukatları bulunmaktadır. CMK ücretlerinin artırılması hadisesi ise bir hükümet politikası olup kısa süre önce Türkiye’deki tüm baroların ortaklaşa hareket etmesine rağmen düzeltemediler. Elbette artık bir angaryaya dönen CMK ücretleriyle her baro başkanı ilgilenmeli ve ilgileneceğini ifade etmeli.

Burada temel problem, hükümet tasarrufunda olan bir meselenin sadece bir başkan adayının tek başına çözeceğine dair gerçeklikle alakası olmayan bir algı yaratmaya yönelik sözlerdir. Seçim vaatleri ve hedefleri gerçeklikten kopuk olan şahısların avukatlık veya yöneticilik pratiği de Karamanlı ekolüne çıkacağı şüphesizdir.

“Dönemin Ruhu” kavramıyla ruhsuzlaşma öneriliyor

Karamanlı ekolünü, avukatlık mesleğinin yaşadığı ekonomik sorunları kullanarak Diyarbakır’a getireceği ya da geliştireceği görülen bu anlayışın bir diğer tehlikesi de siyasal iktidarla geliştireceği ilişkiyi de şimdiden deklere etmesidir. ‘‘Dönemin ruhuna en uygun aday benim’’ cümlesinin dilde pelesenk edildiğini özelikle hatırda tutmak gerekir.

Diyarbakır Barosu ‘nun kültür ve geleneğini bulunduğu yerden alarak siyasal iktidarların kucağına taşıma istek (arzu) ve anlayışlarını “dönemin ruhu” söylemi ile açıklanmaktalar. “Zamana uymak”; bu fiyakalı kelimenin, konformist açılımı/ kapanımı daha çok “moda” dünyasında kullanılmaktadır. Günlük siyasetteki kullanımı, bazen “dönemin icapları” pragmatizmine bazen de “çağı yakalama” vizyonerliğine göz kırpıyor. Sonuçta her iki hal de muğlak bir ideal dünyası tertibine, bir tuzağa göz kırpıyor

Kemal Can, Gazete Duvarda yazdığı bir yazısında muhalefetin siyaseten ve ahlâken “dönemin ruhuna” –yani iktidarın Ethos’una– uyma eğiliminden bahsederken, “Allah benzetmesin” ikazında bulunuyordu.                                         

Ekimde yapılacak baro başkanlık seçiminde; Diyarbakır Barosu; Diyarbakır ekolünü daha da geliştirerek güçlendirerek sürdüreceğini vaat eden başkan adayı ile ‘‘siyaseten ve ahlâken “dönemin ruhuna” –yani iktidarın Ethos’una– uyma’’ vaadinde bulunan başkan adayı arasında bir tercihte bulunacak.

Ama öncesinde tüm baro bileşenlerine, 11 Eylül saldırılarında manipülasyonun varlığına dair iddiasıyla meşhur olan Zeitgeist belgeselini hatırlatmak gerekir. Belgeselde, bütün zamanların ruhunun, iktidar merkezlerince manipüle edilmesi nedeniyle bir tahakküm tarihi olarak görülmesi gerektiğinin altı çiziliyor. 

Sonuç olarak bu baro seçiminde siyasal rejim ve uzantılarınca Diyarbakır Barosu’na “dönemin ruhu” adı altında iktidarın Ethos’una– uymak suretiyle devletin içine hapsolma; giderek ruhsuzluk, RUHSUZLAŞMA öneriliyor. Devletin içine hapsolmuş, ruhsuzlaşmış bir Diyarbakır Barosu demek bölge halkının soluk borusunun tıkanması demektir.


Avukat Mehmet KAYA

Diyarbakır Barosu üyesi

06.09.2024

Bu Haber 43080 defa okunmuştur.