Reisçiliğin iktidarda kalması “Mucize”lere bağlı…
Peyamakurd- Recep Tayyip Erdoğan’ı var eden süreç; alışılmış Türk siyasetinin kabuklarını çatlatmasıyla başlamıştı. O günler için kendisi için çok açık bir tehlike sayılabilecek bu çıkışlarının, halk tabanında yanıt bulmasıyla doğal olarak bir Erdoğan fenomeni doğmuştu.
Erdoğan’ın muhtar dahi olamayacağını düşünenler için Erdoğan’ın kısa bir süre sonra etkili bir lider olarak Türk siyasetine yön vermeye başlaması; birçokları için bir tesadüf olarak değerlendirilmişti.
Beklentilerin dışında gerçekleşen olayları tesadüf diye nitelendiririz ama unutulmaması gereken; tesadüflerin de kendisine göre bir mantığı vardır. Erdoğan’ı liderliğe taşıyan “tesadüflerin” mantığının temelinde halkın her kesiminin isteklerinin zaman zaman açık, zaman zaman da kısmen sözcüsü olmasına bağlıydı.
Düne kadar Erdoğan’ın liderliğini tesadüf olarak nitelendiren ve iktidarına aylar ile ifade edilecek ömür biçen kesimlerin (Vatan Partisi, Perinçek, Ulusalcı çizgi) son yıllarda Erdoğan ile kol kola olmaları; bugün bir tesadüf değil, olsa olsa Erdoğan için bir talihsizlik sayılabilir.
Erdoğan için en büyük talihsizlik geçmişte karşı çıktığı devletçi düşüncenin bağnaz temsilcileri ile iş birliği yapması olmuştur. Devletin bağnaz temsilcileri ile yaptığı iş birliği ile elde ettiği gücü ebedi sanmasıyla birlikte; tercihlerini hep kötü ile daha da kötü arasında yapmaya başladı Erdoğan.
Erdoğan’ın “kötü ve daha da kötü” arasındaki tercihlerinin yanlışlığı artık ayyuka çıktı ve bugün aldığı kararlardaki katı inadı ile öyle görünüyor ki köprüden önceki son çıkışı da kaçırmış bulunuyor.
Durumun netliği Erdoğan dışında herkes tarafından görünür oldu. Ama görünürde Erdoğan’ı ve Erdoğan rejiminin savunucusu olanlar en ufak bir eleştiriyi dahi “hainlik, ihanet” gibi karşılığı olmayan bir iddia ile yaftalama hevesindeler.
Safları bir arada tutmanın yollarından biridir kişileri “hain” ya da “ihanet” ile korkutmak. Sık kullanılan bir terminoloji var: Trenden binenler…
Erdoğan’ın değişmesi için öncelikle çevresinde onun kararları hakkında hüküm veren fısıltıların seslerinin sahiplerinin değişmesi gerekiyordu.
Erdoğan’ı çevreleyen kişiler her ne kadar aptal olsa da varlıklarının mevcudiyetini Erdoğan’a bağlı olduklarını biliyorlar.
Bir aptal umursanmaz, çünkü sadece belirli bir yönde gider. Bulunduğu kulvardan ayrılmaz. Kulvarını hiç değiştirmeyeceği bilindiğinden de asla ama yargılanmaz, eleştirilmez.
Yukarıda “Tesadüflerin Mantığından “bahsedilmesine benzer bir durum tersine yönelim gösteriyor. Bu kez Erdoğan Rejimi ve Reisçiliğin Türkiye’de iktidarda kalmasının “Mucize”lere bağlı olduğu görülüyor.
Üstelik tesadüflerin aksine; mucizelerin bir mantığa ihtiyacı yoktur!
Önce en güvendiği ve “Ekonomik Mucize” yıllarının prensi olarak görülen Ali Babacan ve beraberindekilerin Reis’e sırt çevirerek yeni bir parti ve yeni bir Muhafazakâr-Sağ alternatif ile yola çıktıkları görüldü.
İstanbul seçimlerinde Kürt oyları ile seçimi kazandıklarını unutan Türk solu ise ilk kez Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı yenecek özgüveni görmeye başladı kendisinde.
Hatta Avrupa’da rahat bir “Sürgün” hayatı sürenler dahi Reis Sonrası Türkiye’sinin çok yakında geleceğini gördüler.
Sonra sırasıyla Liberal düşünce kesimlerinin temsilcileri ile gazeteciler de kıpırdanmaya başladılar.
Tek kanallı televizyon kanallı dönemler ülkesine geri dönülen Türkiye’de, tek tük de olsa artık televizyon kanallarında iktidara karşı sesler yükseliyor.
Dönemin ruhu ve herkesin tepesinde Demokles’in kılıcından daha keskin gördüğü “Devletin İpi” ve “FETÖ-Cemaat” tehdidi yüzünden; en akıllıca ve yerinde tespitler, uyarılar, yüksek sesle karşı çıkılacak uygulamalar bile “rica” kıvamında sızlanmalara dönüşmüş durumda.
Rica sızlanmalarının bir anlamının olmadığı ve iktidarın hoyrat kuvveti karşısında önümüzdeki günlerde bu seslerin daha gür çıkacağını görmek hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Rica sızlanmalarını korkaklık-cesaret sarmalında değerlendirmek bir Ortadoğu hastalığı… Korkaklık herkesçe hoşlanmayan bir davranış ama; yine de yaşama dair, yaşamın içinde.
Gazeteci ve köşe yazarı Nagehan Alçı’nın geçtiğimiz gün Habertürk programında ‘Katil devlet’ benzetmesi yaparak, 1990’lı yıllar ve 12 Eylül döneminden örneklendirmeler yapmıştı.
İlk etapta “Ricacı Fısıltıları” yahut “Sızlanmaları” olarak değerlendirebilecek “Katil Devlet” çıkışını dün yayınlanan yazısında katmerlenmiş olarak Erdoğan’a ilk elden uyarılar olarak değerlendirilebilecek politik nezakette bir yazı kaleme aldı Nagehan Alçı.
Erdoğan için çanların çaldığını net olarak söylemese de Erdoğan’a değişmesi için çevresini değiştirmesini politik bir nezaketle tavsiye eden Nagehan Alçı’nın şu sözleri önümüzdeki on yıllarda bugünün Türkiye’si anlatılırken kullanılacak sabit cümlelerden olacaktır:
"Ne devlet kutsaldır ne de devlet görevlileri. Bilakis güç ve yetkileri kısıtlanmazsa devlet o vatanda yaşayan yurttaşlar için bir canavar haline gelebilir. Devlet olgusunun doğası zalimleşmeye çok yatkındır.".
"Benim en çok üzüldüğüm konu ise bu zulümlerin hedefi olmuş kesimlerden kimilerinin sırf ‘makbul’ sayılmak uğruna kendini ezen eski devlet zihniyetine yanaşma yarışına girmeleri.
Hitler’e yaranmaya çalışan Yahudilerden farksız bir durumda olduklarını görmüyorlar. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan işte bu korkunç devlet mirasına meydan okuduğu için Türkiye’ye bir umut ışığı olarak doğdu. Erdoğan’ın belki yüzlerce kez meydan konuşmalarında ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ dediğini herkes biliyor.
İşte Türkiye’nin ihtiyacı olan siyaset felsefesi Erdoğan’ın sıklıkla zikrettiği bu cümlede saklı. AK Parti bu felsefeden uzaklaşırsa kendi mezarını kendi kazar. İnsan varsa devlet vardır. İnsanı ezen bir devlet gayrimeşrudur.”
Bu Makale 42127 defa okunmuştur.