Orhan Miroğlu: "DEM tabanı bazı bakımdan huzursuz ve rahatsız, samimiyet ve güven arayışı yüksek"

PeyamaKurd - Türkiye ve PKK arasında yeni bir sürece girildi. Kimileri buna ‘çözüm süreci’ derken kimileri ise, görüşmelerin tam olarak neyi ya da neleri kapsadığının anlaşılmadığı belirtiyor. PKK cephesinin silah bırakmasının ardından mecliste ‘Milli Birlik Kardeşlik ve Demokrasi’ adı ile bir komisyon kuruldu, artık gözler doğal olarak meclise ve kurulan komisyona dikilmiş durumda. Ayrıca Türkiye, Suriye’deki Kürt yapılanmalarının da tasfiye edilmesini istiyor.
Merak edilenleri ve yaşanan gelişmeleri PeyamaKurd’e değerlendiren araştırmacı yazar ve AK Parti Eski Milletvekili Orhan Miroğlu, “Kürt halkının vermiş ve bedeller ödemiş olması, Kürtleri ABD ve Batının temel müttefiki haline getirdi. Bunun değişeceğini söylemek boş hayal” diyor.
Türkiye’de barış görüşmeleri ve toplantıları ilerliyor. Kimi kesimler bundan memnunken kimi kesimler ise hoşnut değil. Neden memnun olmayanlar var? Silahların susması ve Kürtlerin haklarını almak istemesi kötü bir şey mi? Sürecin sonunda ne(ler) bizi bekliyor?
“Silahların susması ve Kürtler’in haklarını alması elbette kötü bir şey değil, fakat hem birbirine bağlı hem de aynı şey değil. İçinde bulunduğumuz süreçte görebildiğim kadarıyla devlet tarafı ikisini birbirinden ayrı görmek istiyor ve haklar meselesini silah bırakma aşamasından sonraya bırakıyor; sürecin başlamasından bu yana bir yıl geçti ve bir yıl içinde iki önemli gelişme oldu:
- PKK Kongresini toplayıp kendisini feshetti ve sembolik bir silah yakma töreni düzenleyerek Öcalan’ın talebi doğrultusunda silahlarını bırakmaya veya teslim etmeye hazır olduğunu ilan etti. Kamuoyunda doğrusu PKK kesiminde bu kadar hızlı bir mekanizma işlemesi beklenmiyordu ama oldu.
-Sonra İyi Parti hariç mecliste temsil edilen partilerin katlımıyla Milli Birlik Kardeşlik ve Demokrasi adıyla bir komisyon kuruldu. Geniş çaplı ve farklı kesimlerden insanlar dinlendi.
O saaten sonra gözler doğal olarak meclise ve kurulan komisyona dikildi. Eğer aynı hızla davranılsaydı ve silah bırakanların sosyal ve siyasal katılımı konusunda gerekli yasal düzenlemeler meclis tatile girmeden yapılabilseydi halk olup biteni net anlamış olacaktı. Komisyon bana öyle geliyor ki meseleyi biraz zamana yaydı.
Bu da bir bakıma faydalı oldu diyebiliriz. Komisyonda dinlenenlerin ifade ettiği görüşler ve teklifler medyada geniş yer buldu ve toplum içinde tartışıldı.
Kuruluş amacını , özetle PKK’yi dağdan indirmek olarak ilan eden ve yasa yapma yetkisiyle değil, dağdan inişleri kolaylaştıracak yasal be hukuki düzenlemeleri TBMM’ye teklif etmek olarak belirleyen komisyon, bu belirlenen amaca uygun bir dinleme sürecine girdi.
Tabi Suriye faktörünün de bu çerçevede etkisi oldu, çok tartışıldı çok konuşuldu. PKK’nin bütün kurumları mı yoksa Türkiye PKK’si mi silah bırakacak tartışması hala yapılıyor ve kolay kolay da bitecek gibi görünmüyor.
Tartışma bugün nihayet şu aşamaya kadar varmış görünüyor:
‘Ne yasası kardeşim silah bırakıyorlarsa bıraksınlar silah bırakana devlet herhalde bir şey yapacak değil!’ diyenler bile var.
Yani Sorunlar, belirsizlikler var tabi, olması da kaçınılmaz. Olup biteni okuma her iki tarafta da farklılıklar oluşturabiliyor.
Devletin bazı kurumları SDG’nin yeni Suriye kuruluşuna entegre olmasını dahi, silahtan tamamen arınma olarak anlıyorlar. Oysa Şam yönetimi ile SDG arasında yapılan anlaşma başka şeyler söylüyor. Ademi merkeziyetçi bir Suriye’de Kürtler sivil örgütleriyle değil sadece, hem ortak bir Suriye ordusunda hem siyasi - sosyal manada yönettikleri kendi bölgelerinde güvenlik ve asayişi kendi silahlı güçleriyle sağlayacak.
Şam yönetimine bugün Rojava’yı anahtar teslimi yapsanız bile yönetebilir mi tartışılır. Sebepleri ise herkesçe malum. Rojavada katılır katılmazsınız, yaklaşık 10-15 yılda yönetim mekanizmaları kurumsal bir anlayışla inşa edildi, ama aynı şey Suriye’nin geri kalan kısmı ve merkez için söylenemez.
Suriye seçimlerinin seyri, katılımın düşük olması dağınıklığı ortaya koyuyor. İşte bu iç ve dış sebepler süreçten farklı beklentilerin oluşmasına yol açıyor ki, Suriye’de ne olacağını kestirmek kolay değil, ama Türkiye’de kurulan komisyon, Kürtlerin haklarının belirlendiği bir komisyon veya çözüm endeksli bir komisyon değil. Komisyon böyle bir görevinin olmadığını sık sık söylüyor zaten.”
**
Kürtlerin çoğunluğu aslında hala ne olduğunu anlamış değil. Çünkü, ‘Biz ne aldık biz ne verdik?’ düşüncesindeler. Yeni Anayasada yerimiz ne olacak, anadilde eğitim olacak mı gibi soruların yanıtını şeffaf olarak bulamıyorlar. Size göre durum nedir? Neler olacak?
“Bu soruya cevap, ilk soruya verdiğim cevapta var aslında. Çözüm süreci özetle, PKK’nin dağdan indirilmesine ve dağdan ineceklerin toplumsal entegrasyonuna yönelik bir anlayış doğrultusunda ilerliyor. İktidarın İmralı’da muhtemelen Öcalan’la istihbarat düzeyinde yaptığı görüşmeler bir şey alıp bir şey vermek temelinde gelişmedi diye düşünüyorum. Gelişmeler yapılan açıklamalar da bu görüşü doğruluyor.
Ama birkaç defa denenmiş bir çözüm hamlesinden bilhassa Kürtlerin genel bir beklenti içinde olmaları doğal. Yoksa bunca mücadele neyin karşılığı sorusu havada kalır, cevap bulamaz. Dolayısıyla şimdi DEM tabanı ve Kürtler Kürt meselesinin çözümünün de mümkün hale geleceğini düşünürken, komisyon adına konuşan başkan dahil, bazı üyeler böyle bir yetkilerinin olmadığını ilan ettiklerinde işler biraz karışıyor. “
"DEM tabanı bu bakımdan huzursuz ve rahatsız, samimiyet ve güven arayışı yüksek"
Meclisin yeni yasama dönemi buluşmalarında DEM Parti cephesinin de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüğü görüldü. Hatta sosyal medyada bir kesim DEM Parti’yi eleştirerek ‘samimi bulmadıklarını’ belirtti. Sizce durum nedir? Neden tepki çekti bu görüntüler?
“Mecliste bu türden görüntüler ilk değil. Zaman zaman oldu. Bende meclisteki bu tablo eğer demokratik müzakereler ve diyaloglar şeklinde dışarda da devam edecekse, iyi olur dedim ve gerekli olumlu bulduğumu ifade ettim. Ama bu defa o görüntüler dediğiniz gibi bilhassa DEM’in pariferisinde yer alan güçler tarafından farklı algılandı. Aradan bir yıl geçmiş Selahattin Demirtaş ve başka DEM Partili siyasetçilerin tutukluluğu devam ediyor, kayyım politikaları aynı şekilde sürüyor, DEM tabanı bu bakımdan huzursuz ve rahatsız. Samimiyet ve güven arayışı yüksek. 8 Ekim’de Selahattin Demirtaş için tahliye kararı çıkarsa iklim bir anda değişebilir.
Sanırım bu tutuklamalar konusunda adım atılmamış olmasına rağmen, Sayın Cumhurbaşkanıyla aynı fotoğraf karesinde görünmek için DEM’li vekillerin yarış içinde görünmeleri, kendi seçmenlerince eleştirilmelerine yol açtı.
Yoksa DEM tabanının diyaloğa karşı olduğunu sanmıyorum. Pozisyon olarak çok şey anlatıyor o fotoğraf ama izninizle ben bu kadarla yetinmiş olayım, sonuçta bu DEM’in bir iç meselesi kime nasıl bakacağına ve buluşma anında nasıl durulacağına dair belirlenmiş kurallar yok. Karşılıklı nezaketle mukabele esastır. Cumhurbaşkanının oldukça nazik davranması şüphesiz cevapsız kalmamalıydı, kalmadı da. Ama taban aşırılık bulduysa DEM oturur ikna eder tabanını.
CHP listelerinden meclise girmiş partiler de CHP çevrelerinden epey eleştiri aldı ki, Sayın Kılıçdaroğlu’da bu vesileyle bir kez daha hatırlanmış oldu. Kanaatime göre bu diyalog ve buluşmalara ülkenin ihtiyacı var. Yeterki devamı gelsin ve ortada sahtelikten uzak bir samimiyet olsun.”
**
Öcalan ile görüşmeler sürüyor. Öcalan’ın son açıklamalarına göre kendisinin gidişattan memnun olmadığı ve DEM Parti’yi eleştirdiği görülüyor. Bu konuyu açar mısınız?
“Öcalan’ın Meclis Komisyonunda dinlenmesi talebi konusunda kesinleşmiş bir karar alınmadı daha . Komisyon üyesi bir grup milletvekili İmralı’da dinleyebilir, meclis insan hakları komisyonu zaman zaman cezaevlerini ziyaret eder, bu sorun yaratmaz çok. Ama mesele şurda kilitleniyor anlaşılan:
Öcalan bu çeşit bir girişimi müzakereci demokrasinin bir yöntemi olarak görüyor. Devletin hassas olduğu nokta burada galiba. Öcalan’la müzakere ediliyor intibaı yaratılmak istenmiyor. Komisyon dışında ifade edilen bir görüş var, o da şu, Öcalan’la görüşülebilir ama dinleme çerçevesinde olmalı. Müzakere formatında değil. Öcalan’ı çeşitli süreçlerde hem devlet hem toplum 26 yıldır dinliyor, görüşleri bir sır değil.
Ama ister adına görüşme deyin ister müzakere, PKK’nin dağdan indirilmesi Öcalan’la dolaysız görüşmeler olmadan gerçekleşebilecek bir şey değil. Öcalan kendisini bu çerçeveyle de sınırlamıyor. Yasal ve siyasi düzenlemelerin ne olması gerektiğine dair fikirleri de var ve o fikirlerle sürecin siyasi manada lideri de olmak arzusu içinde olduğu görülüyor. Kurucu Liderlik vasfı bunu gerektiriyor komisyon dinlemeyi doğru bulmadı diyelim. Görüşme ve dinleme eylemi o zaman varolan heyet üzerinden gerçekleşebilir. Ama bu kendi dünyası içinde değim yerindeyse kendi yankı odasında bir müzakere olur.
Müzakere değil dinleme olacaksa, heyet üzerinden dinleme denenebilir bir alternatif olarak. Sonuçta hükümetin insiyatif almasıyla heyet zaten düzenli görüşmeler yapıyor kendisiyle. O görüşmelerin üç- dört saat sürdüğü söyleniyor. Öcalan’la görüşen heyet, bir görüşmeyi Öcalan’dan komisyona önerilerini almak için yapabilir. Sonra da görüşmeyi komisyona aktarır.
Son görüşmede dikkat çeken husus, Öcalan’ın artık demokratik müzakere aşamasına geçilebileceğini ifade etmiş olması ve siyasi hukuki düzenlemeler için komisyonun bir çalışma yapması gerektiğine dair kurduğu cümlelerdir.
Dört saatten medyaya yansıyan en önemli husus bu iki konu oldu. Acaba silah bırakma aşamasından sonra da Öcalan kendini demokratik müzakereyi yürütecek kişi olarak konumlandırıyor gibi.
Mümkün olur mu peki? Demokratik müzakere PKK liderinin beklentisi olsa da, bugünkü siyasi şartlarda mümkün olur mu emin değilim. Bekleyip göreceğiz. Öcalan’ın DEM’i eleştirdiği yolunda elimde bir bilgi yok. Ama DEM’i yetersiz bulabiliyor zaman zaman. İyi bir siyasi çalışmayla DEM’in yüzde yirmişere kadar oy alabileceğini ifade ediyor. Onunla görüşen İmralı heyeti sadece dinliyor mu, yoksa uzun görüş saatlerinde birtakım konular müzakere mi ediliyor, bilgi sahibi değilim.”
Meclis Komisyonu toplantıları yeterli mi size göre? Ya da daha alternatifli ve daha kapsayıcı olabilir mi?
“Meclis komisyonun dinlemeler listesi, temsil edilen partilerin teklifiyle gerçekleşiyor. Partilerin dinlenecekler listesine baktım. Her parti aşağı yukarı kendi pariferisinde olan aydınları davet listesine almış. Yani gri bölgelerden pek kimse yok. Dinlenen insanlar elbette görüş ve kanaatları itibarıyla çok değerli insanlar. Kimi görüşlerin komisyon gündemine taşınması da önemli olmuştur.
Ama hiç bir partinin dinlenecekler listesinde bu vesileyle söylemek isterim, hemen hiç bir sanatçının yer almamış ve komisyona çağrılmamış olması çok üzücü.
Arjantin’in kendi geçmişinin hesabını görüp tarihiyle yüzleşmesi sürecini Nunca Mas- Bir Daha Asla- adıyla bilinen ve binlerce sayfadan oluşan bir metinle kaleme alan kişi, adı sık sık Nobel ödülü için geçen ve bizde de birçok romanı yayınlanmış olan Arjantinli yazar- romancı Ernesto Sebato’ydu.
Yani bu tür süreçlere ülkenin sanatçısı seyirci kalmaz. Barış için en iyi ve ruha donunan cümleleri sanatçılar kurar, en değerli barış ve demokrasi çağrılarının altına onlar imza atar, siyasetin görmezlikten geldiği hafızanın ifade ettiği gerçekliği sanatçılar fark eder.
Komisyonla ilgili bir gözlemim de şudur: Dinleme süreci genişledikçe, beklentiler de biraz artıyor gibime geliyor. Oysa komisyonun misyonu defalarca açıklandığı gibi belli: Eve dönüşlerin hukuki altyapısını kurmak. Yoksa ne geçmişle yüzleşmek ne Kürtçe’nin statüsüne karar vermek ne de siyasi temsil ve eşitlenmenin önünü açmak gibi bir görev alanı var.
Geçmişi kurcalamamak gibi , toplumun anlamada zorlandığı bir perspektifle hareket etti komisyon ve PKK’lilerin elinden silahları almak yegane amaç olarak belirlendi. Olabilir tabi. Ama insan böyle bir tarihi adımda bu insanların dağa çıkış sebepleri neydi, siyasi sonuçları ne oldu ve dağa dair hikayenin sona ermesi ve tekrarlanmaması için demokraside nasıl ilerlemek gerekir sorusuna da biraz bakabilir, mahzuru olmazdı bence , faydası olurdu. Kaldı ki komisyonun dinlediği kurumlar ve şahıslar bu konuda epey imkan sundular, teklifler yaptılar. Komisyon raporunu sunmadan ve paylaşmadan, bu dinlemelerde ifade edilen fikirlerin rapora nasıl yansıdığını ise şimdilik görmek mümkün değil, o , rapor çıktıktan sonra belli olacak.
Daha başlangıçta, görev tarifi yaparken meselenin bu kısımlarını hem tarifin dışında tuttu hem de tarifin dışarda kalmış kısmı için fikir sahibi olan insanları dinledi!
Bana kalırsa eğer amaç ve görev bu sınırlarda kalacak idiyse, güvenlik bürokrasisi ve hukukçulardan oluşmuş bir komisyonun kurulması daha faydalı ve işlevsel olabilirdi.
Kürt meselesinin içinde doğmuş yaşamış birilerinin ısrarla komisyon beni de dinlemeliydi şunları da dinlemeliydi demesini çok manalı bulduğumu söyleyemem. Sebebi Kürt meselesini çözülmesi değil PKK’nin dağdan indirilmesi ve terörsüz Türkiye’ye böylece ulaşılması için kurulmuş bir komisyon olması. Yine de meclis çatısı altında çokça farklı fikirlerin dile gelmesi faydalı olmuştur diye düşünmek isteriz elbette.”
“Kürtler ABD ve Batının temel müttefiki haline geldi, bunun değişeceğini söylemek boş hayal”
Son olarak, Rojava Kürtleri ve DSG güçleri var tabi ki… PKK’nin silah bırakması ve Suriye’ye yansımasına dair son durumu özetler misiniz? Gelinen son aşamada Türkiye ne düşünüyor? Şam-Rojava nasıl bir noktada buluşmalı? Özerk bir yapı resmi olarak kurulabilir mi?
“Rojava ve Şam yönetimi arasındaki ilişkiler bir adım ileri iki adım geri şeklinde seyrediyor.Suriye’de Ademi Merkeziyetçi bir sistem olması herkesin yararına. Kürtler Şam’dan kopmak istemezler. Selahaddin Eyyubi’nin Bedirxanilerin ve daha birçok Kürt aydın ve liderinin mezarı Şam’da. Şam bir bakıma aydınlanmacı Kürt Milli hareketlerinin merkezi bir şehir. Şam da sanırım kalbinin bir kısmının kopmasını istemez. Kürtlerin Batıyla ilişkilerinde bir altın çağ yaşanıyor. Küreselleşme çok kolaylaştırıcı imkanlar sunuyor bu konuda.
Kürtler’in devleti yok, bu yüzden NATO, AB gibi oluşumların filli katlımcısı veya üyesi değiller ama bu yüzyılın siyasi şartları, BAAS iktidarının Irak ve Suriye’de çökmesi, radikal islamdan vaktiyle gelen tehditler ve tehditlere karşı en büyük mücadeleyi Kürt halkının vermiş ve bedeller ödemiş olması, Kürtleri ABD ve Batının temel müttefiki haline getirdi. Bunun değişeceğini söylemek boş hayal.
Halkların demokrasi içinde ve bir arada yaşamasının en geniş tecrübesi ve modelleri ABD ve AB’nde var. Tabi ki aynı şartlara sahip değil Ortadoğu. Ama Kürtler, dünyada genel bir teamül olarak demokrasiden belli bir uzaklaşma yaşanırken. demokrasi ideallerine yaklaşabilen ve kopmayan bir halk konumunda. Bu kıymetli bir sonuç. Bu sonuçtan Türkiye dahil yararlanmasını bilen devletler kaybetmez kazanır.
Varlık mücadelesinin ispatıyla geçen bir yüzyılın sonunda; Kürtler açısından bugünün temel sorusu ve arayışı şudur: Dünya ve Ortadoğu yeniden kurulurken, elli milyonu aşan nüfusuyla ve dört ülkeye dağılmış mevcudiyetleriyle Kürtler bu kuruluşta nasıl, kimlerle ve hangi statüyle yer alacak?
Bu Haber 682 defa okunmuştur.




