Bu doğal afet Rejimin özündeki eksikliği ortaya koyuyor
PeyamaKurd - İran’ın dört bir yanında yaşanan sel vakalarında tüm gerçeklerin ortaya çıkması aylar olmasa da haftalar alabilir. Bununla birlikte biz biliyoruz ki yaşanan sel felaketi, İran’ın yarım asırdır maruz kaldığı doğal afetlerin en büyüklerinden biri.
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin ilk verilerine göre sel, İran’ın 33 eyaletinden 22’sinde 300’den fazla şehri vurdu ve neredeyse toplam nüfusun dörtte birini oluşturan 18.5 milyon insanı zarara uğrattı. Bunun yanı sıra 1.2 milyon insan da en azından bir süreliğine yerinden oldu.
Ülkenin altyapısının gördüğü zarar da büyüklük bakımından aşağı kalır değil. Sel vakası 141 nehri etkisi altına aldı ve binlerce köyü birbirine bağlayan normal ve hızlı yollardan oluşan 3 bin kilometrelik alan boyunca 500 heyelan vakası yaşandı. Bununla birlikte 78 orta ve büyük şehir de kısmen ya da tamamen tahrip oldu.
Hasar listesinde 87 köprü, 160 baraj ve 1000 kilometreyi aşkın demiryolu hattı da var. Seller aynı şekilde 18 binden fazla fabrika ve atölyenin faaliyetine ara vermesine sebep oldu. Tarım alanının uğradığı zararlar ise tahminlere göre ‘paha biçilemez’.
Daha geniş bir açıdan bakacak olursak bu doğal afet; işlevini yerine getirmeyen, kaynakları ile enerjisinin önemli bir kısmını açıp garip ideolojisini pazarlamaya ayıran ve doğal bir ulus devletin temel vazife yürüyüşüne ayak uyduramıyor gibi görünen bir rejimin özündeki eksikliğin bazı yönlerini ortaya koyabilir.
Dikkat çekici olan Tahran’daki paralel yetkililerin olan biteni anlayıp resmi medya kanallarına konuşma için yeşil ışık yakmalarının 48 saatten fazla bir zaman almasıdır.
Devletin pek çok olan kolunun kimin ne yapması gerektiğine karar vermesi de iki gün aldı.
Şöyle ki bir haftalık tatilini Keşm Adası’ndaki bir tatil beldesinde geçiren Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye ulaşılamazken “Yüce Rehber” Ayetullah Ali Hamaney de şiir toplantıları ile oldukça meşguldü ve birkaç gün ulaşmak mümkün olmadı. Hatta bu konu, hakkında yorum yapma zahmetine girmeye değmez bulundu.
Öte yandan çoğunlukla Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki hayali fetihleri ile övünen ve Washington’a Humeyni sancağını dikmeyi vaat eden Devrim Muhafızları ise olaya afetzedeleri kurtarmak için değil ticari projeler olarak inşa edip yönettiği altyapı unsurlarının bazılarını korumak için müdahale etme gereği hissetti.
Sel sularının doğal akış yoluna inşa edilen demiryolları ile yanlış nehirler ve noktalara hızlı bir şekilde inşa edilen barajların da dahil olduğu söz konusu altyapı, sel felaketinin boyutunu kısa bir süre içerisinde artırdı.
Devrim Muhafızları, birçok nehrin akış yönünü, ele geçirip mülkiyetini mevcut veya emekli subaylara aktardığı arazilere doğru değiştirmek için 300’den fazla baraj inşa etmişti.
Venezuela’daki Chavezciliğin yankılarını taşıyan bir strateji ile Devrim Muhafızları, rejimin destek üssünün bir parçası olarak gördükleri pek çok çiftçinin geniş ormanlık alanları ortadan kaldırmasında da yardımcı olmuştu ki bu, sel tehlikelerinin artmasına yol açtı.
Felaketin yaşanmasının üzerinden bir haftayı aşkın bir süre geçmişken Ruhani, lafı ağzında geveleyerek suçu Devrim Muhafızları’nın yürüttüğü ‘sosyal’ projelere ve elde ettiği kâr faaliyetlerine attı. Devrim Muhafızları Komutanı General Muhammed Ali Aziz Caferi ise buna verdiği karşılıkta Ruhani hükümetini yeterlilik ve gerekli yönetim becerilerinden yoksun olmakla suçladı.
İkisi de, en azından teoride, Hamaney’in idaresi altında olan Ruhani yönetimindeki resmi hükümet ile General Caferi yönetimindeki gayri resmî hükümetin başarısızlığı, başka unsurların sahneye sıçramasına alan açmalarıdır.
Bunu ilk yapan, Mollaların iktidarı ele geçirdiği 1979 yılından bu yana kendisine neredeyse Külkedisi muamelesi yapılan milli ordudur. İnsanları kurtarmak, sellerin daha geniş alanlara yayılmasını önlemek ve yolları açmak için orada burada koşturan ve hatta zarara uğramış bazı yerleri onarmaya başlayan düzenli orduya bağlı özel bir ekip, İranlıları hayrete düşürdü.
Düzenli ordu birliklerinin varlığı, felaketle başa çıkmak için felakete uğramış noktalara akın etme konusunda binlerce gönüllüyü de yüreklendirdi.
Ülkenin dört bir yanından pek çok kimse, sıradan vatandaşların gösterdiği bu dayanışma ruhunu, ‘mesellere konu olacak bir olay’ olarak niteledi ki bu aslında üstü kapalı olarak İran’ın daha iyi bir hükümeti hak ettiğine yönelik bir işarettir.
Devrim Muhafızları, buna sağa sola dini ezgiler söyleyen ve Hamaney’i manevi babaları olarak gören onlarca meddah (dini gün ve gecelerde ağıt yakıp halkı coşturan kimse) göndermekle karşılık verdi. Bu meddahlar, ‘Sıkıntılar bizi daha güçlü kılar!’ ve ‘Ölümden korkmuyoruz’ gibi ezgiler söyleyip Muharrem ayında İmam Hüseyin’in şahadetini anma törenlerinde yaptıkları gibi elleriyle göğüslerine vurarak sel sularına atladılar.
Bazı yerlerde taziye oturumlarına katılıp ağıt ve ağlama seanslarında yer alan kadınlar da onlara eşlik etti.
Buna ek olarak paralel hükümet, ‘yabancı yardım istenmeli mi istenmemeli mi’ tartışmasına girdi. Dışişleri Bakanlığı, Kızılhaç ve Kızılay Hareketi ve diğer yardım kuruluşları ile iletişime geçmek için talimat beklerken Hamaney’in ofisinde bulunan gayri resmi Dışişleri Bakanlığı, ‘Hüseyin için nasıl yas tutacağını bilenlerin’, Haçlı ve Siyonistlerden yardım dilenerek kendilerini küçük düşürmeye ihtiyacı olmadığına karar verdi.
Şunu hatırlatmakta fayda var ki 2003 Bam depreminde 60’dan fazla ülke, felaketle başa çıkması için İran’ın yardımına koşmuştu. O zaman Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi yönetimindeki vitrin hükümeti, yabancı yardımları memnuniyetle karşılarken “Yüce Rehber” şu soru ile öfkesini açık etmişti: “İslam’ı kâfirler karşısında nasıl böyle küçük düşürebilir?”.
Ancak bu defa Ruhani yönetimindeki vitrin hükümeti Yüce Rehber’e meydan okumaya cesaret edemedi. Üstelik Ruhani’nin Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri, ‘İslam Cumhuriyeti zenginliğinde bir devletin yabancı yardımlara ihtiyacı olmadığını’ açıkladı.
Bununla beraber Dışişleri Bakanı rolünü üstlenen Muhammed Cevad Zarif, dış yardım eksikliği ve hatta hoşgörüsüzlüğünden ötürü ABD’yi suçladı.
Zarif’in resmi sözcüsü pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Amerikan yaptırımları, İran’a yardım erişmesini engelliyor” ifadelerini dile getirdi.
Hâlbuki herkes bilir ki insani yardımlar, gıda ve ilaç yardımları ve askeri kullanım ihtimali bulunmayan diğer ticari malzemeler ne ABD ne AB ve ne de BM’nin dayattığı yaptırımlar şemsiyesinin altına girmez.
Her hâlükârda Başkan Vladimir Putin gibi yabancı bir liderin telefon açarak Tahran’daki bir yetkiliye başsağlığı dilemesine engel olan bir yaptırım söz konusu değil.
Bununla birlikte sorun şu ki Putin, Tahran’da kiminle konuşacak; Cumhurbaşkanı rolü oynayan Molla Ruhani ile mi yoksa Putin’in kendisine ‘İslami’ cennetini kasıp kavuran ‘bir felaketten’ bahsettiğinde aşağılanma hissetme ihtimali bulunan Hamaney ile mi?
Emir Tahiri / Asharq Al Awsat
05.04.2019
Bu Makale 42119 defa okunmuştur.