Bize düşen, Muhammed gibi “deli” olup bu zulme karşı koymaktır...
İslâm dininin ilk çıkış zamanları derinlemesine incelenmelidir. Cahiliye devrinde ne yaşanıyordu ki yüce Allah bir peygamber göndermek istedi? “Putperest” oldukları için mi? Hayır, Cahiliye müşrikleri, size garip gelebilir ama putperest değildi.
Cahiliye döneminde melekler, Allah ile kul arasında aracı olarak kabul ediliyordu. İnsan günahkâr olduğu için direkt olarak Allah’tan isteyemez, araya konulan aracıların “yüzü suyu hürmetine” ancak bir şeyler istenebileceğine inanıyorlardı. Meleklerin sembolik olarak putları yapılmıştı elbette ama putlara tapınma kültü yoktu.
Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorlardı. Namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı, Kâbe’yi tavaf ediyorlardı... Fakat bir şey diledikleri zaman aracıları, yani putları kullanıyorlardı. Bugünkü Müslümanların peygamberleri, sahabeleri, tarikat şeyhlerini, hacıları, hocaları Allah ile aralarına aracı kılıp dilek dilemesi gibi.
Allah ile direkt irtibat olmayınca ve bir aracı kültü oluştuğunda bu sefer seçkinler sınıfı da oluşuyordu. Bugünkü cemaatlerin o dönemde karşılığı Kâbe’nin anahtarını elinde bulundurmaktı. Bu anahtarı elinde bulunduran ve dinin kontrolünü ele alanlar da sermaye sahipleri oluyordu haliyle.
Aşiretler, aşiret üyeleri ve din adamları... Geriye kalan güruh yoksul sınıf ve kölelerden oluşuyordu. Borcuna karşılık köleleştirilenler, savaşta esir alınıp köleleştirilenler, uzak diyarlardan getirilenler veya köleden doğmak... Köleliğin birçok çeşidi vardı ve kaba iş gücünü onlardan sağlıyorlardı.
Köleler insan statüsünde görülmüyordu. Hüre karşı yapılan suçu bir köleye karşı yaptıklarında yarı ceza alıyorlardı. Bir mal gibi alıp satabiliyorlardı, birbirlerine hediye edebiliyorlardu, fiziksel, ruhsal ve cinsel olarak sömürüyorlardı.
İşte böyle bir hâl içinde doğdu İslâm. Sosyal eşitlikten, adaletten, insanların kardeş olduğundan, renk ayrımının, sınıf ayrımının, dil ayrımının şirk olduğundan bahsediyordu. Elbette bu dine ilk inananlar da yoksul kesim ve köleler olmuştu.
Sisteme karşıt muhalif bir yaklaşımla doğduğu için dinin ilânı da protest bir tarzda olmuştu. İlk inananlar toplanıp Kâbe’ye, yani iktidarın, sermayenin, “din sahiplerinin” mekânına yürüyerek “fekku ragabe”, yani kölelere özgürlük sloganını atmışlardı.
O günden sonra çok şey değişti. Muhammed’in sosyal eşitlikten bahsetmesi, kadınları erkeğe denk görmesi, hayvan haklarını dillendirmesi, kız çocuklarının diri diri gömülmesine karşıt oluşu iktidar sahiplerini rahatsız etti. Muhammed’in delirdiğini iddia ettiler. Çünkü ancak bir “deli” bu sistemin yanlış olduğunu vaaz edebilirdi.
Bugünlerde İstanbul’un 3. havalimanı inşaatında yaşananlar gündemi meşgul ediyor. Yoksulluktan, çaresizlikten, işlerini kaybetme korkusundan 2 sene boyunca sesleri çıkmayan bu insanların dramlarını ancak şimdi duyabiliyoruz. Daha önce iş cinayetlerini elbette duymuştuk ama bu cinayetlerin dışındaki koşulları bilmiyorduk.
Tahta kurularının ve bitlerin arasında adeta istiflenmiş bir vaziyette yaşamaya mecbur bırakılmışlar. Tuvalet ve duş ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Öğlenleri verdikleri yemek sadece birkaç parça domates ve salatalık. Servisler teker teker geliyor ve uzun kuyrukların ardından evlerine ulaşmaları saatleri buluyor. Üstelik aylardır maaşlarını alamıyorlar.
Yani insanlık onuru namına sayabileceğimiz hiçbir koşul yok. Vahşi kapitalizmin bu uygulamaları cahiliye dönemi köleliğinden farksızdır. Üç kuruş paraya ağır işlerde çalıştırılan bu insanların hayatlarını bir metaymış gibi kullanan alçaklardan hesap soracak bir hükümetimiz de yok maalesef. Zira kolluk kuvvetleri, alçak taşeronları göz altına alacağına işçilere vahşice saldırmış ve onlarca işçiyi gözaltına almış.
Peki dini bu kadar referans alan bir hükümet nasıl oluyor da dinen cahiliye müşriklerinin uygulamasını tatbik edebiliyor? Medine’de bir köleyle bir aristokratı kardeş ilân edip aynı evde yaşatan bir peygamberin mi ümmeti bunlar? Yoksa binlerce kölesiyle övünen ve köle sayılarını yarıştıran pis boğaz, şişkin göbekli, kenzci, müşrik bir Kâbe anahtarı sahibinin mi ümmeti?
Her şey gün gibi ortada. Bu işçilerin hakkını bu dünyada yiyenler, yarın ahirette dikenli zakkum yiyip kaynar su içecektir. Yedikleri paralar da cehennem ateşinde kızartılıp alınlarına ve sırtlarına yapıştırılacaktır. Evet, Allah’ın vaadi haktır. Bu müşriklere destek çıkanlar da aynı zillet içerisinde ebedi azaba düçar olacaktır.
Bize düşen, Muhammed gibi “deli” olup bu zulme karşı koymaktır. Put sahiplerine, iktidara ve sermayeye karşı bir olup fekku ragabe diyebilmektir.
Cihat Emre Aykaç
15.09.2018
Bu Makale 42113 defa okunmuştur.