Demirtaş’ın Öcalan'ın Yerine Geçme Projesi Çöktü
Geçtiğimiz günlerde, uzun zamandır devam eden ve bir o kadar daha sürecek olan bir çatışmanın, ilk defa bu kadar kamuoyunun gözü önünde cereyan ettiğine şahit olduk. Demirtaş’ın HDP’ ye yazdığı mektuptan bahsediyorum. Mektup, HDP cenahında ciddiye alınmamış, hiçbir vekil sosyal medya hesabından paylaşmamış, Kürt medyası üzerine sansür uygulamış ve birkaç “Demirtaş sevdalısı” kendilerine görev bilerek HDP’yi bir açıklama yapmaya zorlamıştı.
Aslında bu çatışma çok öncelere dayanıyor. Barış süreci döneminin start aldığı, İmralı ve Kandil ziyaretlerinin başladığı döneme... Demirtaş bir kez İmralı’ya ve bir kez de Kandil’e gitmişti. Kandil dönüşü Radikal gazetesine bir yazı yazmış, “barış için kurban edildiğini” ima etmişti. Akabinde Demirtaş ortadan kayboldu ve Palu’daki köyünde annesiyle beraber gözleme açtığını görmüştük. O dönem Demirtaş’ın partiye küstüğüne dair de birçok haber çıkmıştı.
Esasında olan; Demirtaş, Kandil ve İmralı ile bir iktidar kavgası içerisine girmişti. Kandil’i barış sürecinde pasifize etme, Öcalan’ı da İmralı adasında unutturup yeni lider olarak kendisini dayatma eğilimindeydi. Birçok güvenilir kaynaktan aldığım bilgiye göre Demirtaş, Kandil’den de, İmralı’dan da kovulmuştu. Zaten bir daha da barış görüşmelerine katılamadı, yerine adı “İmralı Heyeti” olan bir grup oluşturuldu.
Fakat Demirtaş vazgeçmedi. Kandil’deki Öcalan karşıtlarıyla ittifak kurup koltuğunu sağlamlaştırdı. Espiriler, şakalar, türlü komikliklerle halkta bir sempati yarattı. Sadece bağlama çalan Demirtaş, türkü söyleyen Demirtaş, herkese gülümseyen Demirtaş, yakışıklı Demirtaş... Demirtaş aşağı, Demirtaş yukarı... Kürtlerin gündemine oturmayı başardı. İnsanlar Demirtaş’ın fotoğrafını atkıya, halıya, kilim kenarlarına basarak Demirtaş’ı büyüttükçe büyüttü. Şişirilmiş kocaman bir balona döndü Demirtaş. Ve en nihayetinde patladı...
Demirtaş’ı herkes, her kesim seviyordu. Türklerin, kemalistlerin ve hatta ülkücülerin sevme nedeni Demirtaş’ın siyasete “stand-up kültürü” getirmesidir. “Kürt olmasaydı Demirtaş’a oy verirdim” diyenleri siz de muhakkak duymuşsunuzdur. Demirtaş’ın kültürel olarak ne kadar Kürt olduğu da tartışılır.
Peki Kürtler neden seviyordu? İki nedeni var; 1) Demirtaş, uğruna yüzbinlerin can verdiği haklı bir mücadelenin bir alanında genel başkanlık görevini üstlenmişti. 2) Türkler seviyor diye... İkinci neden belki tuhaf gelebilir ama çok önemlidir. 100 yıllık inkâr ve imha politikalarıyla sömürgeleşen Kürt halkında sömürgecisine öykünme, kendini sömürgecisine ispat etme, sevdirmeye çalışma, sömürgecisinden kabul görme arayışı maalesef çok gelişti. Türkler tarafından sevilen bir Kürt’tü Demirtaş ve Kürtler Demirtaş gibi kabul görmek istiyordu.
Demirtaş ne yaptı peki? Kürt halkının özgürlük mücadelesine ne gibi katkılarda bulundu? Yürüttüğü hangi siyaset Türkiye’deki halklara ve inançlara iyi geldi? Cezaevine girmeden önce hangi tutsağın özgürlüğü için kendisi kadar kampanya yürüttü? Hangi tutsağın eşine ve çocuklarına, kendisininkilere gösterilen kadar ihtimam gösterdi? Peki Kürtler özelinde Türkiye’nin bugünkü durumu yalnızca iktidarla açıklanabilinir mi? Demirtaş’ın başkanlığını yürüttüğü BDP’nin ve HDP’nin müthiş eksiklikleri ve yanlışlıkları göz ardı edilebilir mi?
40 yıllık Kürt siyasetini laf sokmalara, espirilere, iktidara sövmeye boğdu Demirtaş. Yürüttüğü sekter politikalarla partinin ve en nihayetinde Kürtlerin muhatapsızlığını yarattı. Sırrı Süreyye Önder’in akıl babalığıyla “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını ürettiler ve Kürt siyasetini büyük bir yıkımla karşı karşıya bıraktılar. Yetmedi, seçim gecesi koalisyon görüşmelerini kesinlikle kabul etmiyoruz dediler. Davutoğlu randevu talep edince, SSÖ, “bi’ çay içer giderler” dedi.
Bir siyasi partinin hedefi iktidar olmaktır, olamazsa en azından iktidar ortağı olmaktır. Bu imkân HDP’nin eline geçmişti ve ellerinin tersiyle itip AKP-MHP koalisyonun doğmasına neden oldular. Bu retçi yaklaşımla nasıl barış yapılabilirdi ki zaten? Barış için gerekirse kendi haklı taleplerinden feragat etmeli. “En kötü barış, en haklı savaştan iyidir” sözü klişedir fakat çok doğrudur. Gelin görün ki barış için, müzakere için, çözüm için Demirtaş ve PKK yürütme konseyindeki iş ortakları, tüm kapılarını kapatmış bir HDP yarattı. Tek hedefleri barışı engellemek, savaşı derinleştirmek, Öcalan’ı pasifize etmek, Demirtaş’ın HDP’sini “yeni CHP” yapabilmekti. Demirtaş’ın ajandasında da Kürtlerin yeni “önderliği” olmak vardı.
Bu konuda birçok merkezden destek de aldı Demirtaş. PKK’deki Öcalan karşıtı çizgi, başta Avrupa’nın istihbarat merkezi Avusturya olmak üzere Avrupa ülkeleri, İran ve Türkiye’nin derin devleti... Demirtaş’ı Mandela’ya (esasında Öcalan’a) benzeten karikatürler, Kürt lideriymiş gibi gösterilen röportajlar, makaleler, reklamlar, NGO’ların maddi destekleri, KCK operasyonları, vs... Demirtaş’ın Kürt siyasetini CHP gibi kadük bir muhalefet haline getirme projesini onu popülerleştirerek, suni itibar sağlayarak, her küçük çevreden destek yaratarak sağladılar. Ayağının önüne taş koyanlar pasifize edildi veya cezaevine kondu.
HDP’nin veya HDP’ye yakın bütün kurumların başına Demirtaş kadroları getirildi. Parti içi bir muhalefet hiçbir şekilde gerçekleşemedi. O kadar büyük bir kadrolaşma ki hâlâ etkilerini görüyoruz. Bugün Demirtaş kadroları tasfiye edilmeye başlandı. Fakat halktaki popülerliği henüz tam olarak kırılamadığı için Demirtaş hakkında cesaretle konuşabilecek maalesef henüz yok. Son çırpınışı mevzubahis mektuptu ve kendisini de, partisini de rezil etme pahasına yayınlattı bu mektubu.
Çünkü Demirtaş ancak adı bir yerlerde yazılırsa Demirtaş’tır. Alkış aldığı kadar, pohpohlandığı kadar, üzerine şarkı yazıldığı kadardır. Demirtaş, kendisine tapınılan bir totemdir. Fakat en dayanıksız ağaçtan yapılmıştır. Çünkü halk gerçekliğine değil, sosyal medyadaki yorumlara ve mitinglerdeki alkışlara dayanır Demirtaş. Popülist siyasetin dezavantajı da budur; cezaevine girersiniz ve unutulur gidersiniz. Fakat yerine geçmek için çırpındığı Öcalan, 19 senedir cezaevinde olmasına rağmen Kürtler hâlâ onun ağzından çıkacak bir söze bakıyor. Önder olmak, lider olmak budur işte... Milyonların kendi kaderlerini bir kişiye teslim etmesi ve ona sonsuz güven duymasıdır.
Peki Öcalan bunu nasıl yaptı? Demirtaş gibi modern çağın nimetlerinden faydalanıp kendi reklamlarını pompalayarak mı yaptı? TV’de, meclis kürsüsünde, mitinglerde, sosyal medyada “şapşiklik” mi yaptı? 70’lerin, 80’lerin, 90’ların Türkiyesinde kapı kapı dolaştı. Elitlerle rakı masasında oturmak yerine halkla yer sofrasına oturdu. Halka rağmen halkçılık yapmadı, halkla beraber bir halk hareketi yarattı. Her türlü bedeli göze aldı ve yakalanıp cezaevine konduğunda da ah vah edip kendini yerden yere vurmadı. Özgürlüğün cezaevinden çıkmakla olmayacağını biliyordu. Çünkü özgürlük, bir halk özgür olabilirse özgürlüktür. Kişisel ve ailesel ikbal gütmeden, kendini halkın önüne geçirmeden, çıkar gütmeden, inanarak, her şeyi göze alarak liderlik yapan kişi özgürdür zaten.
Şimdi Demirtaş’ın çırpınarak sağa sola saldırmasının nedeni de budur işte. Koltuğu lükstü ve gıcır gıcırdı; fakat sağlam değildi. An geldi ve o koltuk devrildi. HDP de sosyal medyadaki mesajlara aldanıp onu bir muhatab olarak kabul etti ama neyse ki iş bitti. Demirtaş’ın Öcalan’ın yerine geçme projesi çöktü.
Cihat Emir Aykaç
18.08.2018
Bu Makale 42223 defa okunmuştur.