Kürt Düşmanlığı Uğruna Türkiye’yi Ateşe Atıyorlar

Türkiye’nin son dönemdeki ekonomik çöküşü hepimizin malumu. Döviz kurlarında önü alınamayan bir artış, daha doğrusu; Türk Lirası’nın, diğer para birimleri karşısında önü alınamayan bir değer kaybı söz konusu.

Ekonomisini salt tüketim ve şantiyeleşme üzerine kuran bir devletin kaçınılmaz sonu buydu zaten. Aslında bu kriz 2015 yılından beri mevcut; fakat İran’a yönelik ABD ambargosunu delerek ve Suudi Arabistan ve Katar gibi petrol zengini ülkelerin parasını piyasada dolaştırarak krizi daha az görünür hale getirebilmişlerdi.

Reza Zarrab ve suç ortaklarına yönelik ABD’nin harekete geçmesi ve bu yağlı kapıyı kapatmasıyla Türkiye’nin hayali ihracatla görünmez kılmaya çalıştığı cari açık daha da arttı, AKP’nin sırtını dayadığı önemli bir destek ortadan kalktı.

Katar da ABD’nin kendisine yönelik tehditlerinden sonra Türkiye’de kara parasını piyasaya süremedi ve böylelikle Türkiye’de dolaşımda olan döviz kalmadı. Çünkü Türkiye’de ihracat da bitmiş durumda.

Temel gıda malzemelerini dahi -Suriye dahil olmak üzere- birçok ülkeden ithal eden bir ülke konumunda Türkiye. Görünürde rahip Brunson ve ABD elçiliği çalışanları üzerinden yürütülen kriz daha da derinleşirse ve Türkiye’ye yönelik kapsamlı bir ambargo gelişirse yiyecek yemek dahi bulamaz hale gelmemiz kaçınılmazdır.

ABD’nin uyguladığı ambargolar gıda malzemelerine yönelik olmasa da, TL’nin yaşayacağı inanılmaz değer kaybıyla, Erdoğan’ın sürekli atıfta bulunduğu “karneli” günleri ve belki de daha ağır bir dönemi yaşayabiliriz.

Irak Kürdistan’ı anayasal hakkını yerine getirirken, yani bağımsızlık referandumunu yürütürken, Erdoğan tehditlerde bulunmuştu; “Kapıları kapatırız, açlıktan ölürsünüz.” Tarih tekerrürden ibaret olduğu gibi ironik paradokslardan da müteşekkildir.

Türkiye’nin bu duruma nasıl geldiğini ekonomik açıdan kısaca değerlendirmeye çalıştım fakat işin bir de siyasi ayağı mevcut. O siyasi ayak ki ekseriyetle Kürt düşmanlığı üzerine kurulu.

AKP, Ergenekon’la uzlaştıktan sonra içeride ve dışarıda Kürt düşmanlığını yükseltti, kapsamlı bir imha operasyonuna başladı. Bu minvalde giriştiği ilk iş AB ülkelerini sıkıştırmak oldu. AB ülkelerinin “terörü” finanse ettiğini, uluslararası arenada “teröre” siyasi bir önem ithaf ettiğini iddia etti, AB’nin Türkiye’ye insan hakları açısından koyduğu cılız eleştirileri de bu söylemlerle savuşturmaya çalıştı.

Dikkat ederseniz; barış sürecinin bitirilmesi, DBP’li belediyelere kayyum atanması, Kürt illerinin viraneye çevirilmesi ve HDP’ye yönelik siyasi soykırım süreci ile ilgili AB’den dişe dokunur bir tavır geliştirilmedi. Bunun tek nedeni vardı; Suriye’li mültecileri AB ülkelerine göndermekle tehdit etmek. AB, bu tehdide boyun eğdi.

Aynı baskıları ABD’ye de uygulamaya çalıştı Türkiye. Suriye’de Kürtlerin yürüttüğü hayatta kalma mücadelesini ve kendi kaderlerini tayin etme hakkını “terörize” ederek baskılar kurdu. Bu uğurda Rusya, Suriye, İran ve Çin’le ittifak kurup ABD’yi karşısına almayı göze aldı.

Rusya ve İran bu kamplaşmaya balıklama atladı. Türkiye’yi Suriye bataklığında Kürtlere karşı destekleyip ABD’yi Ortadoğu’da biraz olsun etkisizleştirme arayışına gittiler. Rusya ve İran’ın desteğiyle Afrin’e girebilen Türkiye, ABD kontrolündeki Minbic’e -türlü salvolar atmalarına rağmen- giremedi.

Türkiye’nin elinde kalan tek kozu, rahip Brunson ve ABD elçiliği çalışanlarının rehin tutulması. Brunson’ın misyonerliğini şeytanlaştırarak iç kamuoyunun desteğini aldılar. ABD ajanı olduğunu iddia ederek de dış kamuoyunun desteğini almaya çalışıyorlar.

Şimdi de Türkiye’yi tehdit eden, şantaj yapan, ekonomisini çökertmeye çalışan bir ABD imajıyla hem yaşadıkları ekonomik krizi ABD menşeili bir operasyon olarak lanse etme, hem de ABD’yi Rojava konusunda ikna etme arayışındalar.

Türkiye’nin, ekonomisini bile uğrunda feda edebileceği en vazgeçilmez histerisi, Kürtlerin Ortadoğu’da bir şeye sahip olmamasıdır. Kürtlerin uzayda devletleşme veya temel haklarına sahip olma gibi bir durumu dahi olsa, ülkenin bütün ekonomik kaynaklarını uzay miliratizmine yatırıp Kürtlere savaş açarlar.

Oysa yüce Allah’ın bize farz kıldığı barış diyarına esenlikle girmek var... Huzur ve refah kavramlarını doyasıya yaşayabilmek var...

 

Cihat Emir Aykaç

11.08.2018


Bu Makale 42226 defa okunmuştur.