Şükrü Bilgiç yazdı, Dört kafadar…
Elbette dünyanın birçok yerinde savaş, karmaşa, baskı, zulüm ve şiddet söz konusu. Yaşadığımız coğrafyada da sözünü ettiğimiz kötülükler tarihin her döneminde olmuştur, bugün de vardır. Dilerim, umarım yarınlarda olmaz.
Dört devlet: Türkiye, İran, Irak, Suriye ve onların göbeğinde devletsiz Kürtler. Bilemiyorum yaşadığımız bu coğrafyaya ne ad vereceğim? Bugünkü duruma ne diyeceğiz? Bildiğim kadarıyla herkes teröre terörle odaklanmış, göz gözü görmüyor. Savaş dışında kimsenin bir şey deme şansı ortadan kaldırılmış.
Bu dört devletle o devletlerin sınırları içinde yaşayan Kürtlerin durumu en sertinden en yumuşağına kadar değişik biçimlerde tanımlanıyor: Kürtlerin toprakları bu dört devlet tarafından işgal edilmiş. Ya da Kürtlerin yaşadığı topraklar bu dört devlet tarafından paylaşılmış. Yumuşatalım: Dört devletin sınırları içerisinde Kürtler ve Kürtlerin yaşadığı topraklar da var. Bu tanımlardan hangisini kendinize yakın görürseniz görün sizce bir terslik, eksiklik, kusur yok mu?
Şöyle bir fantazimiz olsun: Gerçi siyaset ve sosyal gerçeklik fantazilerle tanımlanamaz ve çözümlenemez düşüncesinde olanlar olabilir. Olsun! Durumu başka türlü anlatma becerisini gösteremediğim için fantazilerle anlatmaya çalışayım. Burnundan kıl aldırmayan ama yapışık olan dört kafadar düşünün. Kafadarların midelerini ortak düşünelim ve bu midede kocaman bir ur olsun. Ur her birinin karnını sürekli ayrı ayrı ağrıtığı gibi biri kıpırdadığı zaman ötekilerinin de karnı doğal olarak ağrısın. Urun yarattığı ağrı, sızı yetmiyormuş gibi niye kıpırdadın diye bir de birbirlerini sürekli suçlayıp didişiyor olsunlar. Yani bu gidişatla karın ağrısından kurtulma şansları yok bu dört kafadarın. Ur da büyüdükçe büyüyor.
Dönelim gerçekliğe. Bu dört devletin yönetim modelleri, biçimleri, mantığı, uygulamaları sizce çağa, zamana, sosyal gerçekliğe ve gerekliliğe, insan haklarına uygun mu? İyi şeylerin tümüne demokrasi diyelim. Demokrasi var mı buralarda? Ayrıca yurttaşlarının büyük bir bölümü demokrasiyi tanıyor mu, biliyor mu ve demokrasiye inanıyor mu? Demokrat olmayı özümsemişler mi? Özelde Kürtlerin yaşadığı toprakların, paylaşılması, ortak alan olması bu dört devlete bir yarar sağlıyor mu? Soruların yanıtı evetse bu yazı burada biter.
Yanıt hayırsa biraz daha yazalım. Demek ki bu dört kafadarın temel ortak özelliği demokrasiden yoksun olmaları. Bahane edip başka olumsuz ortak özellikler arayalım: Rüşvet, çıkarcılık, hırsızlık, dolandırıcılık, adam kayırma, haksızlık, fuhuş, zina, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, otoriter yönetimler, inanç istirmarı, inanç sömürüsü, halkın büyük bölümünün gelir düşüklüğü bence dört devleti tanımlamaya yeter. Demokrasi yok ve ne kadar olumsuz sosyal, kültürel, sanatsal, ekonomik olumsuzluk varsa ortak özellik buralarda. Biri ötekinden bir gömlek iyi kötü fark etmez. Birçok kötü özelliği olan bu dört devletin tam göbeğinde de aynı nitelikte olan devletsiz Kürtler var.
Hep şikâyetçiyiz ya! Bu bölgeye huzur nasıl gelecek? Buralarda yaşayan devletli devletsiz halklar nasıl mutlu olacaklar, nasıl kendilerini güvende hissedecekler, ekonomik refahı nasıl sağlayacaklar, oralarda çağdaş eğitim nasıl olacak, barışcıl ve özgür insan nasıl yetişecek, yaşayacak. İnsanlar nasıl kendilerini özgür görecekler. Özgürce diledikleri gibi inançları doğrultusunda nasıl yaşayacaklar? Ateisti, bir tanrıya inananı, farklı inançları olanları, lezbiyeni, homoseksüeli, akıllısı delisi kendini baslı altında hissetmeden nasıl bir arada yaşayacak?
Olmaz! Bu gidişatla bunların hiçbiri olmaz. Bu borazandan bu sesler çıkmaz! Sürekli kafa şişiren, kulak tırmalayan, hatta çevreyi rahatsız eden sesler dışında sesler çıkmaz. Seslerin çok kötü olduğunu ellerini ovuşturarak gören süper abiler işin içine kolayca girerek bu borazan öyle çalınmaz, böyle çalınır diyerek dinlenemez, daha
beter, karmakarışık, gürültü tarzında bir müzik yapmalarına neden oluyor. Burada başka bir çıkmaz daha var: Hem süper abilerden şikâyetlerimiz eksik olmuyor hem de çıkarlarımız gereği onlarsız iş yapma olanağımız yok. Ve böylece bu olumsuzlukların nedeni değil sonucu olan terörizmi önlemek, yok etmek çok zor!
İşin kötüsü ortak karın ağrısından dolayı bir veye iki devletin demokrasiyi benimsemesi de yetmeyecek. Özellikle Kürtlerden dolayı iç içe geçmişlik bu devletleri çağa ve güne uyma anlayışlarından uzaklaştırıyor. Kendini ifade edemeyen engelli çocukların hırçın olması gibi akıllarına savaş ve kavga dışında bir şey gelmiyor! Demokrasiye geçseler Kürtlerin haklarını vermek zorunda kalacaklar. Böyle bir alternatifi düşünmedikleri için de çözümsüzlükle boğuşup duruyorlar.
Lafı geveleyip durma diyeceksin. Desene dördünün de demokrasiyi ortak biçimde yaşama geçirmesi gerekiyor. Çünkü yüzyıllardır sürdürdükleri düşmanlıktan dolayı birinin yaptığını ötekisi bozuyor. Abartı gibi gelebilir. Her komşu öteki komşular için terör örgütleri besliyor! Eğer gerilla, isyan, bağımsızlık mücadelesi, özgürlük, hak arama sözcüklerini bir kenara bırakıp devletler diliyle konuşacaksak Kürtler, konumları gereği zaten doğal terörist! Her fırsatta "hakkımız hukukumuz" deyip duruyorlar. Doğal olarak bu iş için en kolay alanlar da bu dört devletin ortak kusurlarından dolayı Kürtlerin yaşadığı alanlar oluyor. Yanlış politikalarından (yakın zamana kadar Kürtleri yok saymak, var saydıktan sonra da onların haklarını barış içinde vermeye yanaşmamak) dolayı alandaki boşluklardan yararlanan süper güçler de sahne alıp baş rol oynayınca gel keyfim gel. İşin ilginç yanı "biz bu oyunu iyi oynayamıyoruz" diyerek daha güçlü aktörler (ABD, Rusya, Çin, Avrupa’da birçok ülke) devletler veya halklar tarafından davet ediliyor. Denklemin başı belli ama sonu mümkün değil!
Çık işin içinden. Çıkamazsın! Askerden, askere selam veren yerli yabancı futbolculara kadar, gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, her türlü, çeşit çeşit uzmana kadar terörist öldürme teorileri geliştirin. Çıkamazsınız. Dört devletin dördü de çıkamaz! Kürtlerin tek başlarına çıkma şansları zaten yok. Zaman zaman susuyorlar ya da güvenilmez ittifaklarla şanslarını deniyorlar. Şimdiye kadar hep hüsran oldu. Yani süper abilerin bile işin içinden çıkma şansları yok. Çıkamıyorlar da...
Az daha unutuyordum! Silah üreticileri ve onlardan rüşvet alanlar, aracılar, vergi alan devletler bu ara çok neşeliler.
Bir yığın televizyon kanalında bir yığın insan konuşur, konuşur yine konuşur. Ama sorunun temeline inmeyi hiç akıl etmez. Bilim adamları, siyasetçiler, profesörler, doçentler, gazeteciler, araştırmacılar, yazarlar, askerler, emekli büyük elçiler, güvenlik uzmanları; alayı uzman(!) herkes, bir daha bir daha konuşur. Çelişkinin özüne dokunma cesareti gösteremeden savaş teorileri üzerine konuşur. Ben önceleri bu adamlara bu kadar akılsızlık olur mu diye kızardım. Meğer bu adamlar çok akıllıymış. Her açık oturuma katıldıklarında para alıyorlarmış. Onun için doğruyu söylemiyorlarmış! Hele alandan geliyorum diye başlayan gazeteciler, araştırmacılar! Çünkü bu kadar akılsız olmak mümkün değil.
Ne mi yapıyorlar? Kelli felli adamlar askerler gibi savaş taktiği üzerine saatlerce tartışıyorlar. Şurdan şöyle saldırırsan şöyle ilerlersin. Teröristlerin kökünü şöyle kazırsın. Bunlar cani, bunları cayır cayır yakacaksın. Terörün ve karmaşanın böyle önlenemeyeceğini bile bile halkın duygularını, kavgacılığını, üstün olamamanın yarattığı aşağılık duygularını okşayın babam okşayın. Dinsel ya da mezhepsel içgüdüleri kabartarak oy alabilirsiniz ama bu akılla bu topraklara asla barışı getiremezsiniz. Halk kendini çok bilgili sansın. Kavgada, savaşta, trafikte herkesi yenebileceği havasına girsin. Öyle bir girsin ki futbol maçında karşı takımın kalesine doğru giderken seyirciler "Allahu ekber, allahu ekber" diye tekbir getirsin. "Ben savaşa gidiyorum, ben teröristlerin kafasını ezmeye gidiyorum, sonra siz de arkamdan gelirsiniz" diyen siyasetçilerin sözlerini gerçek sansın. Futbolcular, türkücüler, gazeteciler bu fırsatı iyi kullanıp bir yerlere yaranmak amacıyla furyadan nasiplerini alsın. Trafikte kurallarını çiğnerken, korku ve dehşet salarak kendisini dünyaya bedel sansın. Ama kullandığı taşıtın arka camında da mutlaka bayrak olsun!
Uzun gecelerin uzun programları boyunca sonunda laf dönüp dolaşıyor, Kürt sorunu nasıl çözülüre geliyor. Biri akıl etmiyor ya da etmek istemiyor: Sorun vurmayla kırmayla çözülüyor mu yoksa daha karmaşık duruma mı geliyor? Dönüşü olmayan yola girdiklerini görmüyorlar mı yoksa artık geri dönemiyorlar mı?
Açık seçik diyemiyorlar: Bu dört ülkeye demokrasi gelmediği sürece terörü önleyemezsiniz. Demokrasinin kuralları içinde Kürtlere her türlü haklarını verip onların da demokratikleşmesini sağlamadığınız sürece Kürt sorununu çözemezsiniz! Demiyorlar! Diyemezler! Derlerse bir daha programa çağrılmazlar! Her dört ülkede de devletin ağzıyla konuşmayanlar gündemde olamıyor.
Demokratikleşme gibi bir dertleri olmadığı için bu dört devlet ne komşularına ne Kürtlere ne de bağımlı oldukları süper güçlere karşı doğru bir politika sürdürüyor. Günübirlik, sürekli birbiriyle çelişen, çoğu yanlış olan, yanlış sonuç veren, çözümsüz olan politikalarla işi götürmeye çalışıyorlar. Demokratik olmayan bu dört devlet ve ihtiyaç duydukları, yine kendileri gibi demokratik olmayan süper güçlerle olan ilişkiler hiçbir zaman karşılıklı olarak güven vermiyor. Çünkü birbirlerine karşı hiçbir zaman dürüst olmayı akıllarına getiremiyorlar.
Birbirlerine nasıl baktıklarını irdeleyelim: Amerika çıkarcı ve güvensiz. Ama onlarsız olmaz! Rusya zalim ve ne yapacağı belli olmaz. Ama zorda kalındığında yardım istenir, bedeli sonra ödenir. İran sinsi ve karanlık. İslamiyetin kalesi iddiasında ama şu an en iyi müttefiki komünist ve Hiristiyan Rusya. Irak güvensiz ve kaypak; Amerikan uşağı. Suriye zaten yaramaz çocuk. Esad'dı, Esed oldu. Bırakmıyorlar gidip camilerinde namaz kılalım! Ya Kürtler! Vay babam vay! Terörist. Barzani güvensiz, vefasız. Önüne kırmızı halı serildiği halde bağımsızlık referandumu yapan hain aşiret reisi çıktı. Bu cumhuriyet reisi değil, bir aşiret reisi! Bir de bunlara devletlerin birbirleri için kurduğu (PKK, PYD, IŞID, Hızbullah gibi) ve geliştirdiği, kullandığı; son dönemlerde çoğu islami olarak adlandırılan terör örgütlerini ekle. Bu tablo içinde dağ taş, ova demeden; köy, kasaba, kent demeden bombala babam bombala. Al sana huzurlu ortam!
Günümüzde iyice azıtılan tek çözüm yöntemi süper güçlerin desteği ve onların işine geldiği biçim ve yöntemlerle Kürtleri bir kere daha top yekûn sindirmek. Bu konuda anlaşıyorlar ve bu dört kafadarın anlaştığı tek konu bu. Ayrıca karşı tarafın teröristini şiddet ve savaşla yok etmek! Kabaca bir taraf terörist yetiştiriyor, karşı taraf şiddet ve savaşla yok etmeye çalışıyor. Huzur ve barış mümkün mü? İşin garip tarafı, herkes aynı suçu işlediği halde kimse ben şu hatayı yaptım demeyi büyük devlet onuruna yediremiyor. Bu rezillik nasıl bir onursa!
Ne dersiniz! Bir ütopya peşinden gidelim mi?
Olur ya!
Bir bahar sabahı olsun. Kırlara çıkalım. Dağların doruklarında henüz kar erimemiş. Gökyüzü öylesine mavi, mavi, mavi. Orada burada bir iki sütlü bulut tanecikleri. Kuşlar zaten keyifli keyifli uçuyor olacak. Kuşların yerinde olsam ben de uçarım! Güneş hafif ısıtsın. Üzerimizde ince giysiler olsun. Uçsuz bucaksız doğa bizi içine alsın. Biz güzelliklerden mest olalım. Olsun canım, papatya toplayan uzun saçlı çocuklar da olsun. Gelinler, genç anneler arkalardan kucaklarında bebeklerle, bebeklerini seve seve gelsin. Gençler! Onların neşesine değmeyin. Çiçekler, illada papatyalar, menekşeler, kardelenler, nevrozlar, karıncalar, solucanlar, karafatmalar, yılan yavruları, arılar, kelebekler, cevizlere rahat vermeyen sincaplar, başta kargalar olmak üzere çeşit çeşit kuşlar. Canım, tilkiler, tavşanlar, çakallar da geçsin, dolaşsın ortalıkta! Koyunlar, keçiler, inekler yemyeşil meralarda. Kıyılarında salata için kekik, nane topladığımız o ince ince akan dereler, çaylar!
Tarlaların ve bahçelerin arasında kıvrıla kıvrıla giden dar bir toprak yolda yürüyoruz. Çitler, tel örgüler kaldırılmış. Hava hafif nemli; olsun, o da güzel. Hızlı ve sessiz trenin görünüyor kaybolması aynı anda oluyor. Bakımlı tarlaların kuzeyinde küçük ve şirin bir evden duyguları bulut bulut kabartan içli türküler yayılıyor.
İlerde güzel mi güzel iki katlı bir bina ve binanın önünde az bir kalabalık. Oraya doğru gezinerek yürüyoruz. Biliyoruz, bir toplantı var orada. Bu güzel bahar sabahı dört devletin temsilcileri ve Kürt temsilciler demokrasi, barış ve komşuluk üzerine bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Yaşadıkları demokrasiyi geliştirmek için ne yapacaklarını konuşacaklar. Sağladıkları barışı dünyanın dört ucuna nasıl yayacaklar. Kendileri bir araya geldiği gibi Ermenilerle, Rumlarla nasıl bir araya gelecekler, yeni dostlukları nasıl kuracaklar; onu konuşacaklar. Bir de önemli ve ortak bir proje var önlerinde: Fırat ve Dicle havzasını nasıl turistik bir alan haline getirecekler, birlikte nasıl hayata geçirecekler? Bu proje belki de sınırları önemsiz duruma getirecek! Gelişmeye yönelik sağladıkları ve uyguladıkları dayanışmayı, yardımlaşmayı nasıl daha ileriye taşıyacaklar?
Binanın önünde bir tek motorlu taşıt ve onlarca bisiklet dizili duruyor. Yürüdüğümüz yolda bisiklet izleri birbirine karışmış. Yaklaşıyoruz! Binanın açık pencelerinden kadınlı erkekli kahkahalar duyuluyor. Neşe içinde çalışıyorlar. Türkler, Kürtler, Araplar, Persler dostluklarını soluyorlar, yaşıyorlar. Kısa bir süre sonra bu dostluğun içine Ermenileri, Rumları nasıl katacaklarını düşünüyorlar, konuşuyorlar.
İnanın ben bu ütopyayı çok ama çok sevdim. Öyle canım çekti! Keşke genç olsaydım da yakın zamanda bu ütopyayı gerçek yaşamda birkaç gün yaşasaydım. Siz de kendi ütopyanızı yaratabilirsiniz. Belki bir gün ütopyalar gerçek olur. Ne dersiniz?
Şükrü Bilgiç
Mayıs 2018, Bursa
Bu Makale 42169 defa okunmuştur.