Öcalan’a, Rojava için 1992’deki görev verildi, ama...

Türkiye'de son haftalarda yaşanan siyasal gelişmeler nedeniyle kamuoyunda, hükümetin PKK güçlerini tasfiye ederek Kürt sorununu çözmeyi hedefleyen yeni bir süreç başlatacağı inancı hâkim.

Bunun ilk işareti MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den geldi.

İlk olarak 1 Ekim'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni yasama yılının açılış oturumunda DEM partililerle el sıkıştı, ardından Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Ekim'de Bahçeli'ye desteğini dile getirdi.

Bahçeli, 24 Ekim’de “Öcalan’ın tecridi kaldırılsın, gelip Meclis’te konuşma yapsın” diyecek kadar ileri gitti. Daha sonra Abdullah Öcalan’la üç “yasal” görüşme gerçekleşti. İmralı'ya giden isimlere "İmralı Heyeti" denildi.

Burada önemli olan “Yeni Süreç” olarak adlandırılan bu girişimin ne olduğunu kavramaktır.

Öncelikle barış ve istikrarı hedefleyen tüm girişimleri desteklemenin insani bir ilke olduğunu ve desteklenmesinin elzem olduğunu hatırlatmakta fayda var. Ancak siyasi arenadaki farklı gelişmelere şahit oldukça şu soruyu sormamız gerekiyor: “Hedef gerçekten çözüme hizmet eden yeni bir süreci başlatmak mı, yoksa Kürtleri tekrar aldatmak mı?

Bu meselenin aslını kavrayabilmek için Türkiye’nin, Suriye’de izlediği yol haritasına bakmak yeterlidir.

Öyle ya, dünyanın her tarafında aranan teröristlerin iktidar olmalarını destekleyen, onlarla müttefik olmaya razı olan Türkiye, kendilerine barış elini uzatan, “DEAŞ”a karşı verdiği mücadeleyle tarih yazan ve dünyanın gönlünde taht kuran Kürtlerle amansız mücadele yürütmeye devam ediyor…

Ve Türkiye bunu yaparken de Kürtlere her zaman olduğu gibi Batı dünyasının “düşman”, kendilerinin de “din kardeşi” olduğunu tekrarlıyor. Ve kendine bağlı Kürtleri devreye koyuyor.

Tarih tekerrür ediyor

Bugün hem Türkiye hem de Suriye cephesinde (Kürtler açısından) yaşananların, 1992'de yaşananlardan hiçbir farkı yoktur.

Yani; İsimler farklı olsa da senaryo olduğu gibi aynıdır.

Nasıl mı? 

Rojava Kürdistanı’nın bugün içinde bulunduğu dönem, Güney Kürdistan’ın 1992’de içinde bulunduğu dönemden farklı değildir. O dönemde Türkiye'de yine telaşa kapılmış ve "iki aşiret reisi olarak gördükleri Barzani ve Talabani" engellenmeye çalışılıyordu.

Ankara, o günlerde de kendine yakın Kürtleri, Batı’dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. 

Abdullah Öcalan ve PKK’nin o dönemdeki duruşu, bugün Öcalan’a Rojava için verilmek istenen görevden farklı değildir. 

Kürtlerin çoğu bilmez ama biz hatırlatalım; 1992 yılında Güney’de yapılan parlamento seçimlerinin ardından Erbil’de legal ve yasal bir parlamento kurulmuştu. 

Öcalan ve PKK’si, Türkiye gibi düşmanca bir tavır sergileyerek, ‘yasal parlamentoyu emperyalizmin kuklası’ ilan edip Avrupa sokaklarında KUM (Kürdistan Ulusal Meclisi) adında, ‘alternatif bir parlamento’ oluşturmuştu.

PKK’nin 1992’deki basılı yayın organlarından Serxwebûn’da şöyle yazıyordu: “… Elbette partimizin bu alanda bulunması, İsrail türü korsan bir Kürt devletinin oluşması önünde büyük bir engeldir. Eğer böyle bir devlet kurulursa özellikle Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesine karşı ilk başta kullanılacaktır…” (Serxwebûn Ekim 1992/Sayı 130) 

PKK, söz konusu KUM yöneticilerinin bir bölümünü güneye (ZAP) göndermiş ve orada alternatif “ZAP Cumhuriyetini” ilan etmişti.

Her zaman KDP ve Barzanilere, sözüm ona Türkiye ile olan ilişkilerden dolayı düşmanlık yapan PKK ve Öcalan, her nedense 90’li yılların başında Türkiye ile birlikte KDP ve Barzanileri vuruyordu.

Daha sonra, İran ve YNK ile beraber iç çatışmanın zeminini de yarattılar. Bu durum, ABD’nin 1998’de müdahale etmesi sonucu ‘Washington anlaşması’ ile son buldu. 

Türkiye ve Öcalan'ın PKK'si tarafından düşman ilan edilen Amerika, bugün Kürtlere barışı getirmiş ve Güney Kürdistan'ı uluslararası alanda önemli bir aktör konumuna getirmiştir. 

**

Evet Tarih bugün de tekerrür ediyor…

1992 yılında Başûr için yaşanan benzer durum, bugün Rojava’da yeniden yaşanıyor. 

Her ne kadar parlamento seçimleri yapılamıyor olsa da Güney’in, 92 yılında elde ettiği kazanımlarından daha fazla Kürt kazanımları mevcut. 

Türkiye 1992’de olduğu gibi bugün de alev topuna dönmüş durumda. 

O zamanlarda da ‘aşiret reislerini’ İsrail ve ABD ortaklığı ile suçladıkları gibi şimdi de Rojava Kürtlerini, ABD ve İsrail ortaklığı ile suçluyorlar her gün sopa göstermekle beraber kendilerine bağlı çetelerini onların üzerine salıyorlar. 

Öcalan bu süreçte de her zaman olduğu gibi yine devrede…

Yeğeni Ömer Öcalan’ın geçtiğimiz günlerde amcasının mesajını gayet açık bir şekilde dışarıya aktarmıştı, “Böyle giderse, bir Kürt devleti bile kurulabilir.” 

Şu an geniş bir kamuoyu, Kürtler, Türkler, herkes Apo’nun önümüzdeki günlerde (15 Şubat) ağzından çıkacak 3-5 kelimeyi bekliyor. 

Ancak bu defa PKK’nin ne yapacağı da tahmin edilemiyor. Çünkü beklenen çözüm değil, PKK’nin feshidir.

**

Ne olacağını şimdiden dile getirelim;

Öcalan, Türklerin beklentisini yerine getirmese dahi, Türklerin gönlünü hoş edebilecek birkaç laf edeceği kesindir. 

Mesajlarına kolay kolay teslim olmayacak PKK’yi de bir yere kadar razı etmek için ‘Kürtleri, İsrail, ABD ve Batı’dan uzak durmaya’ ikna edin diyecek. 

Ancak Türkiye’nin anti Kürt politikası, El Kaide, El Nusra, HTŞ hatta DAEŞ gibi örgütlere Kürtlere cephe açması, Kürtlerin kendilerine gelmelerine de yol açtı... 

Türkiye’nin Kürtlere dair gerçek yüzü ve politikası her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor. 

Abdullah Öcalan açıklamalarında çok hassas ve dikkatli olması gerektiğini çok iyi biliyor. 

Fakat Kürtler, artık eski Kürtler değil. 

Kürtler, Öcalan’ın beklenen açıklamalarına teslim de olmayacaklar…


Rojhat Amedî

04.02.2025


Bu Makale 263 defa okunmuştur.