Eski aktörlerin “Çözüm’süz süreci’ yeniden devrede! Şimdi ne olacak?

Türkiye iç siyasette, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, önce Mecliste ‘DEM Partili vekiller ile tokalaşması’ ardından büyük yankı uyandıran Abdullah Öcalan’ın ‘Mecliste konuşsun’ çağrısından bir gün sonra Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.'nin (TUSAŞ) Ankara yerleşkesine düzenlenen saldırı ile bir hayli meşgul.

Söz konusu saldırıdan bir gün sonra ise DEM Parti Vekili Ömer Öcalan, İmralı’ya giderek 43 ayın ardından Abdullah Öcalan ile görüştü. Öcalan, "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" mesajı verdi.

PKK’nın silahlı kanatlarından biri olan HPG, TUSAŞ saldırısını üstlendi.

**

Öte yandan PKK liderlerinden Cemil Bayık ise, Öcalan-Bahçeli gündemine dair, "Kürt halkı bütün yapılarıyla ve bileşenleriyle Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacaktır" dedi.

KCK ise, olası bir barışın ‘Öcalan’ın muhatap alınmasıyla mümkün olduğunu’ belirten bir açıklamada bulundu.

Bahçeli’nin çıkışlarının ardından Tayyip Erdoğan’ın da “hamleleri” sahiplenip DEM Partisine “kıymetini bilin” demesi, doğal olarak “yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” merakını da beraberinde getirdi. 

Eğer Türkiye’nin meramı gerçekten “yeni bir çözüm süreci” ise, her şeyden önce “tokalaşmayı” jest gibi göstermek bir yana, daha somut ve uygulanabilir adımların atılmasını gerekli kılıyor.

Çözüm süreci, Türkiye'de 2013-2015 yılları arasında PKK ile Türkiye arasında ‘Kürt meselesini’ barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı. Hatırlanacağı üzere Abdullah Öcalan, o günlerde de devlet tarafından kilit rol olarak görülmüştü. Ancak 2015'te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. 

***

Şimdi gelelim günümüzün tekerrür eden tarihine…

Bugünlerde ismi ‘yeni süreç’ olarak doğumunu bekleyen siyasi bir konjonktür var gibi görülüyor.

Fakat ‘Kürt meselesi ve yeni bir süreç’ elbette sadece Türkiye’nin elinde muhtaç bir olgu değil. Bu realite, Orta Doğu’nun iç dinamiğinin ta kendisidir. Bölgenin her yanını ahtapot misali savaş sarmışken, Türkiye bu durumdan yara almadan sıyrılmayacağının farkında olan listenin en başındaki ülkelerden ve farkında…

Erdoğan’ın, “İsrail’in hedefinde biz de varız” söylemi de öyle yabana atılacak bir söylem değil…

Bölgede siyasi konjonktür değişti ve Türkiye buna ayak uyduramıyor. Türkiye’nin bölgedeki politik yönü özellikle ‘Suriye politikası’ iflas etmiş durumda. Erdoğan’ın, Esad ile yakınlaşmak istemesinin sebebi de açıkça, “Kürt fobisidir.’

Türkiye, reel siyasetin dışına çıkmış durumda. İç siyasette de Kürtlere yakınlaşmak istemesinin sebebi Orta Doğu’da Kürtler lehine gelişen olaylardır. Türkiye’nin ‘Kürt fobisi devam ederken’ diğer yandan ‘Kürt korkusu da’ büyüyor…

**

Adına sözüm ona ‘yeni süreç denilen’ söylemler bölgede Kürtlerin lehine olan gelişmelerin önüne geçmek adına sadece kamuoyunu oyalamaktır. Hem Öcalan hem de devletin kendisi bu işin böyle olmayacağını en iyi bilen iki figürdür…

Türkiye, Cumhuriyet tarihinde olduğu gibi yine Kürtleri, kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Bunu da Kürtleri, Batı dünyasından uzaklaştırmak için ‘yeni bir süreç başlatma’ taktiği ile her zaman hazırda tuttuğu joker kartı ‘Öcalan’ üzerinden yapıyor. Öcalan, devletle iş yapmaya zaten yatkın bir model. Son açıklamasında da bunu teyit ediyor. Örgüte silah bıraktırabilirim mesajı devletin istediğini söyletebilme temasıdır.

Türkiye’nin Suriye ile olan ‘normalleşme süreci çıkmaza girdiği’ gibi Kürtleri kendi tarafına çekme hamlesi de ‘kabak tadı vermiş politikaları’ ile başarılı olmaz.

Adına süreç denilen bu girişimin tek hayırlı yanı elbette silahların susması olacaktır…

**

Eğer devlet gerçekten ‘yeni bir barış’ süreci başlatmak istiyorsa işe önce siyasi rehin tutulan Selahattin Demirtaş’tan başlamalıdır. Ama öyle görünüyor ki; Erdoğan’ın ‘yeni baş düşman’ ilan ettiği ‘Selahattin Demirtaş’ oyun dışı kalacak. Hatırlarsanız Erdoğan seçimlerden önce, “İmralı’daki, Edirne’dekini bitirecek!” diyordu. Son günlerdeki söylemlere bakınca Erdoğan’ın bunu unutmadığını görüyoruz.

Türkiye, girdiği çıkmazdan kurtulmak için idam ile yargılanan ve sözüm ona ‘50 bin insanın ölümünden sorumlu olan, ‘bebek katili’ ile “yeni bir süreci” başlatmak isterken, yasal bir partinin genel başkanı olan Selahattin Demirtaş’ı ‘terör olayları suçlamasıyla’ tutuklayarak siyasi rehine olarak tutuyor.

Demirtaş, sözde yeni süreç denilen gündemin muhataplığın bir parçası dahi olamıyor, Abdullah Öcalan ise yeniden parlatılıyor.

Daha gündemdeki ‘Yeni süreç, Öcalan mecliste konuşacak’ söylemleri resmi bile değilken, Demirtaş’ın keskin bir şekilde devre dışı bırakılması, bahsi edilmemesi meselenin açık ve net ciddi olmadığını, başka bir tiyatronun döndüğünü açıkça gösteriyor.

Bu gündeme ‘yeni süreç’ değil de ancak ‘bir rehabilitasyon süreci’ diyebiliriz. Daha bu işin bir de Kandil ayağı var. Çünkü Kandil’in açıklaması okunduğunda ‘Öcalan’ın söylemlerinden’ hoşnut değiller. PKK cephesi de kendi içinde bölünmüş durumda. Kandil yönetiminde İran’cı kanadın baskın olduğunu unutmamak gerekiyor.

**

Kıssadan hisse;

Türkiye, Batı dünyasında ve NATO’daki yerini korumak, battığı ekonomik ve siyasi krizden çıkmak istiyorsa bunun yolu bellidir.  

O da Kürtlerle barışmak, Kürtlerim hak ve taleplerine hukuki yönden yanıt vermek. Ülkede adalet, barış ve eşitliği tesis etmektir.

Türkiye; bazı kişi ve grupları yanına alarak; Bahçeli, DEM Parti vekillerine el uzatarak, Öcalan yeniden sahneye çıkarılarak, Demirtaş ve siyasi tutsaklar çorak araziye atılarak, iç karışıklık çıkarıp Kürtlerin üzerine yığarak Kürtlerle barış sağlayamaz.

Kürtlerle barış olmadığı sürece, Türkiye ne iç ne dış politikada belini de doğrultamaz.

Ülkedeki ekonomik ve mülteci krizi de cabası!

Ankara, tüm bunların farkında!


Bu Makale 1150 defa okunmuştur.