Arazi cinayetleri ve Bismil vakası üzerine notlar!
Toplumsal olaylar, bir tek nedenle açıklanabilir vakalar değildirler. Ekonomik, sosyolojik, kültürel, coğrafî, psikolojik, politik, hukuksal, vesaire, herkesin ilgisine göre farklı birinden bakabileceği çoklu boyutları vardır. Bu nedenle, toplumsal olaylara bakılırken, çağdaş bilimin "multi-disipliner" ya da "disiplinler arası" dediği yöntem, Marx'ın, "görünenle gerçek birebir örtüşseydi, bilime gerek kalmazdı" diye tarif ettiği gibi, olayın arkasındaki nedenlere nüfûz edebilmenin en gerçekçi yolu olmaktadır.
***
Osmanlı modernleşmesi sürecinde, endüstri devriminin merkezindeki İngiltere tekstil sektörünün hammaddesini sağlamaya dönük pamuk ve dokuma ihracatına dayalı ekonomi politiğin, İzmir ve Selânik gibi Akdeniz'e açılan limanlar ile onların hinterlandındaki Ege ve Makedonya ovalarını kapitalistleştirerek öne çıkaran coğrafî etkisi, İç Asya'dan gelip Ortadoğu üzerinden Anadolu'ya varan geleneksel kara ticaret yolları üstündeki Kürd coğrafyasının aleyhine, eşitsiz bir gelişme dinamiği ve süreci üretmiştir.* Devamında, Kemalist kuruluş sürecinde benimsenen devlet eliyle sanayileşme politikası da, tekstil, şeker, maden ve demir çelik gibi kollarıyla, Ergani-Maden gibi bazı küçük örnekler dışında, Kürd coğrafyasının feodal kaderini tayin eden ilişkisizlik hâlini Osmanlı modernleşmesinden devraldığı gibi sürdürmüştür.
1950'li yıllarda Demokrat Parti'nin, ABD'nin Truman doktrininin bir parçası olarak uyguladığı tarımsal kapitalistleşme yoluyla kalkınma politikası da, başta ABD olmak üzere Batı dünyasına pamuk, tütün, keten, afyon gibi endüstriyel ürünler yetiştirmeye uygun Bafra, Gediz ve Çukurova gibi, limanlara yakın ve geniş ölçekli sulanabilir düzlükleri ekonomik rejimin merkezine yerleştirmiş, bu da, Kürd coğrafyasının ilkel tarıma ve Kürd tipi feodalizme terk edilmişliğini devam ettirmiştir.
Küreselleşme sürecine gelindiğinde ise, ulus-devletin merkezî denetim mekanizmalarının görece etkisizleşmesiyle, yerelin küresel piyasaya kendine özgü kaynaklarla eklemlenmesini ifade eden bölgeselleşme-yerelleşme eğilimi, Ege-Akdeniz kıyı şeridini kapsayan turizm bölgesinde ya da "Anadolu kaplanları" denilen Kayseri, Denizli, Manisa, Konya gibi yerel sanayileşme olanaklarını, bölgesel topoğrafyanın elverişsizliğiyle birlikte, sermayenin güvenlik kaygılarının ve elbette "özel müdahaleler"in sonucunda, Kürd coğrafyasında gerçekleştirme olanağı sağlamamıştır.
Baas sonrası boşalan, önce Kuzey Irak ve sonra Kürdistan pazarına açılan Habur kapısı, akaryakıt ve perakende değiş tokuşundan öteye geçemeyen niteliğiyle, sınırın kuzeyindeki Kürd ekonomisini sanayileşmeye, dolayısıyla toplumunu modernleşmeye ilerletmek için yeterli sermaye birikimini sağlayamamıştır. Son yıllarda, Yukarı Mezopotamya tarihinin kültürel mirasına atıfla "kültür/medeniyet/inanç turizmi" adıyla kurgulanan yeni model de, esnaf ölçekli işletmeye dayalı gelir ve istihdam boyutlarıyla, modern sanayi toplumunun gerektirdiği sermaye birikimini üretebilme yeteneği ve kapasitesi iddiasından yoksundur.
***
Sonuçta, Osmanlı modernleşmesinden bu yana, Türkiye kapitalizminin coğrafî gelişimi, Kürd coğrafyasını ilkel tarıma ve onun toplumsal yansıması olarak feodal-geleneksel toplum yapısına terk etmiş ve Cumhuriyet'in ilk yüzyılı boyunca orada sabit kalmasına neden olmuştur. Böylece, Kürd coğrafyasında çok sık yaşanan, toprak mülkiyeti, bölüşümü ve kullanımı anlaşmazlığına dayalı, en son ve dramatik boyutlarda bir örneği dün Bismil'de yaşanan toplumsal olayın en derininde yatan belirleyici etken, Türkiye kapitalizminin Osmanlı modernleşmesinden bu yana Kürt coğrafyasının aleyhine gelişen ekonomi-politiği itibarıyla, bölgenin yüz yıldır toprağa ve ilkel tarıma terk edilmiş toprağa dayalı üretim aracı ve biçimi ile feodal üretim ilişkileridir.
Kürd coğrafyasında cinayetin-katliamın bir sorun çözücü olarak işlev görmesinin bir diğer ve sosyo-kültürel nedeni, modernleşmenin köklü ekonomik, sosyolojik ve psikolojik dönüştürücülerinden yoksun kalmış Kürd kimliğinin, güce ve güç hiyerarşisine dayalı etno-kültürel genetik kodlarının tarihsel sürekliliğidir. Yerleştiği coğrafya, tarihi boyunca Mısır, Pers, Roma, Sasanî, Arap, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Safevî gibi büyük merkezî ve askerî imparatorlukların sınır ve dolayısıyla çatışma hatlarında kalan Kürd etnisitesinin sosyo-psikolojik hafızası, kesintisiz bir savaş tarihinin deneyimlerini biriktirmiştir. Bu bakımdan, ayakta kalmak için güç, ve özellikle silaha dayalı güç ihtiyacı, binyıllarla ölçülen bir birikim sonucunda, ihtiyaçtan istence dönüşmüş, giderek etnik kişilikle bütünleşmiştir.
Günümüzde, özellikle mülkiyet ve cinsiyet üzerindeki anlaşmazlıkların, modern hukuk yerine kan davası gibi ilkel güç kullanımına dayalı geleneksel-vandal yöntemlerle çözülmeye devam ettiği, düğün törenlerinde olduğu gibi, toplumsal bir aksesuara ve giderek Kürd kimliğini simgeleyen bir sembolü dönüştüğü ortam, bu binlerce yıllık birikimin sonucu ve dışavurumudur. Böylece, gücü ve silâhı bir "adalet" sağlayıcı olarak işlevselleştiren ve bu algı ve davranışı Kürdlükle ilişkiselleştiren etken, modern hukukun coğrafyaya taşınamadığı binlerce yıllık savaş ve feodalizm tarihidir.
Yukarıda anlatılan ekonomik ve kültürel bağlamlarda, bedensel güce dayalı elle-ilkel tarımsal üretimin ve güvenlik kaygısının, çıplak gücü ve bir güç aracı ve sembolü olarak silahı toplumsal ilişkilerin merkezinde konumlandıran kaçınılmaz bir sonucu da, eril geleneksel hiyerarşidir. Kaba kuvvete dayalı eril güç, toplum üstündeki hiyerarşisini ve giderek iktidarını, kendine özgü güç rekabeti üstünde inşa etmektedir. Buna göre, kaba güce ve onun aygıtı olarak silâha sahiplik düzeyi, kuralı koyma ve uygulama hakkını ve yetkisini de tayin etmektedir. Avrupa feodal çağının lordlarını ve onun sövalyelerini hatırlatan ve çağrıştıran biçimde, güce, yani silâha sahip olan ve onu kullanan, kural koyucu ve uygulayıcı olmanın meşrûiyetine de sahip olmaktadır. Bu hâliyle, modern hukuk teorisinin devleti tek meşrû silahlı güç olarak kabul ve tayin ettiği temel ilkesi, bölgede geçerli olmamakta, tersine, hukuksal meşrûiyet silâh kullanma yetkisini değil, silâh kullanma yetkisi, kendi hukukunu oluşturmaktadır.
***
Silâhın, cinayetin, ölümün, giderek dünkü gibi katliamların, bölgenin toplumsal dokusuyla birlikte, bir bütün olarak anılacak düzeyde yaygınlığının ve sıklığının bir başka alt-yapısal ve psikolojik nedeni, savaşlar tarihinin, Kürd toplumsal psikolojisini, dost-düşman ikileminde yaşamanın kaçınılmaz sonuçları olarak, güvenlik kaygısı ve dolayısıyla güven yitimi, sevgisizlik ve giderek başkasına-ötekine nefret duygularıyla koşullandırmış olmasıdır.
Psikoloji sözlüğünün "post-travmatik stres sendromu" ya da "savaş sonrası sendromu" dediği travmatik gerilime dayalı duygu durum bozukluğu, savaşın iki yüzyıldır devam eden kesintisiz süresine ve tüm bölgeye yayılmışlığına bağlı olarak, Kürd toplumsal psikolojisine egemen hâle gelmiş, sosyal ilişkileri çatışmayla yürütülür duruma itmiştir.
Tabii, burada, yani toplumsal nefret bozukluğunda, Türkiye halkının geri kalan çoğunluğunun, Kürdlerin günlük yaşamını her alanda kuşatan Kürdofobik baskısının da payını atlamamak gerekir. Kürdofobik ötekileştirme ve giderek saldırganlık, Kürd toplumsal psikolojisine egemen kaygı ve nefret hâlinin güçlü bir etkenidir.
Sonuçta, irili ufaklı örnekleriyle hemen her gün karşılaştığımız, dün, Bismil'de dokuz cana mâl olan mülkiyet çatışmaları, "namus" ve "töre" söylemli cinayetlerde de olduğu gibi, bölgenin ve toplumun, ekonomik, tarihsel, kültürel, sosyolojik, psikolojik ve daha birçok yönlü etkenler tarafından biçimlendirilen yapısal sorunlarının dışavurulduğu görünümleridir. Bu tür olayların anlaşılması ve azaltılması, sonuçlarıyla polisiye ve hukuksal mücadele değil, toplumsal temelleriyle yüzleşmekle mümkündür. "Coğrafyanın kaderi" değişmedikçe, suçları da değişmeyecektir.
* Bkz. A. Vedat Koçal, “Osmanlı-Türkiye Modernleşmesinin Sosyo-Ekonomik Temelleri ve Aktörleri Bağlamında ‘Türk’-Kürt İkileminin Doğuşu ve Kaynakları”, Tarihte Türkler ve Kürtler Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı (111-127), 9-11 Ocak, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014.
(℗) PeyamaKurd
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.
Bu Makale 42105 defa okunmuştur.