Sezgin Tanrıkulu Tartışması Üstüne Notlar: Türkiye'de Kürd Siyasetinde Üçüncü Yol İmkânı
Diyarbakır Milletvekili ve altı yıl boyunca CHP Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüş olan Sezgin Tanrıkulu, bir televizyon programında, Türk ordusu bünyesindeki bazı birlik ve askerlerin, kimi vakalardaki insan hakları ihlâli olarak yorumlanan ve AİHM'nin yaptırım kararlarına da gerekçe edilen uygulamalarını hatırlatan sözleri nedeniyle, bu sözlere konu vakalar konu dışı bırakılarak, Türk toplumsal bilincinin ve kolektif hafızasının Kürd sorununa ilişkin koşullandırıldığı tekil imge olan "terör" algısına dayalı geleneksel Kürdofobik nefret söyleminin muhatabı oldu ve aynı zamanda, fezlekeyle yasama dokunulmazlığının kaldırılarak milletvekilliğinin düşürülmesiyle ve böylece hürriyetini kısıtlayıcı bir yaptırımla sonuçlanması olası bir yargısal bir soruşturmayla da karşı karşıya bırakıldı. Ayrıca, Genel Başkan Yardımcısı ve uzun yıllardır parlamenteri olduğu CHP yöneticilerinin de eleştirileri ve hatta Parti içi bir soruşturma talebi ve ihtimali de beklenen biçimde, bu seyre katılmış oldu.
Türk ve Kürd "yerleşik" ve "popüler" kamuoyları, konuyu Kürd sorunu zemini üzerindeki toplumsal kamplaşmanın karşılıklı cephelerinin klasik-bilindik argümanlarına uygun biçimde, "Tanrıkulu'nun "bölücülüğü, terör destekçiliği, vatan hainliği" veya "Kürdlüğü, Kürdlerin sorunlarına ve hak davasına sahip çıkışı" ya da Kürd milliyetçisi çevrelerdeki bilindik söylemle "CHP'li olduğu için Kürdler açısından değer ve anlam ifade etmeyen bir kişi ve durum" seçenekleri etrafında tartışmaya başlayıp devam ederlerken, bazı politikacılar, siyasal analistler ve entelektüeller, Tanrıkulu'nun akıbetinin ve olası hamlelerinin, Türk ve Kürd siyasetlerini nasıl etkileyeceği konusunda kafa yormaya başladılar.
Bunun temel nedenlerinden biri, Ak Parti'nin özellikle 2015'ten sonra Kürd coğrafyasında yitirdiği ve ikame edemediği seçmen desteğini ve bu bağlamda bölgedeki seçmen kitlesinin çoğunluğunu barındıran, "Türkiyelileşme" eğilimli ve önemli bir kısmının, "muhafazakâr" olduğu varsayımıyla "kazanılabilir" olduğu değerlendirilen yeni-orta sınıflaşma üstünde, yerelden hemşerisi ve parlamentoda temsilcisi olan Tanrıkulu'nun etkisinin ne ve ne kadar olabileceğine yönelik "araştırma problemi"dir.
HDP'nin, özellikle şehir savaşları sürecinde ağır yara alan "Türkiyelileşme" stratejisi ve söylemi, son dönemde, Amedspor'un ve taraftarlarının, Bursaspor sahasındaki karşılaşmadaki sembolik görüntüler başta olmak üzere, deplasman maçlarında karşılaştığı nefret söylemi ve fiziksel linç saldırıları ve bir örneği Konya'da yedi cana mâl olan, Kürd olma, Kürtçe konuşma ve şarkı söyleme gerekçesiyle işlenen cinayet ve saldırılar benzeri vakalarla dışavurulan kolektif Kürdofobik toplumsal bilinç ve hafızanın, özellikle entegrasyona açık genç ve kentli Kürd kuşaklarında oluşturduğu hayâl kırıklığı ve giderek refleksif karşı-milliyetçilik duygusuyla iyice etkisizleşmesi, seçmen davranışına kısa vadede kayda değer ölçüde yansımasa da, HDP ile dair belirgin, günlük yaşamda bile hissedilen bir psikolojik kırılma başlattı.
Diğer yandan, iktidar bloğunun siyasal ve bürokratik kanatları tarafından düşmanlaştırılan HDP’nin, muhalefet bloğu ve özellikle CHP tarafından da, yıllardır olageldiği gibi, 2023 seçimlerine giden süreç boyunca iyice somutlaşan biçimde yok sayılması ve hatta açıkça dışlanması, hatta iktidar bloğunun HDP ile iletişimi suç konusu yapan yaklaşımı karşısında Parti'nin Cumhurbaşkanı adayı göstermeyip CHP'nin adayını destekleme kararını bile görmezden gelme tutumu, dahası, çok daha güçlü etkiler üreten vaka olarak "emek ve özgürlük ittifakı" içerisinde TİP'in ortaya koyduğu "çekimser" yaklaşım ışığında, Türk şovenizminin çarpıcı yükselişinin temelindeki Kürdofobik özün, hdp'nin "Türkiyeleşme" projesinin Batı'daki ayağı olan "müttefik" Türkiye soluna da sıçradığının anlaşılması, tutukluluğunun zaten ciddî kırılıma uğrattığı, genç kuşaklar nezdindeki Demirtaş/"Selo Başkan" imajının temsil ettiği entegrasyon/Türkiyelileşme umudunun ve beklentisinin iyice sarsılmasına yol açtı.
***
Türkiye'de Kürd kimliğini temsil iddiasındaki siyasal hareketin ana akımı olarak HDP’de mevcut durum yukarıdaki minvalde iken, tümü 1980 öncesi Kürt gençlik hareketlerinin ve örgütlerinin tarihsel hafızasını temsil eden, yaş ortalaması altmışın, hatta yetmişin bile üstünde olduğu gözlenen, tabelalarında parti yazılı olsa da, üye kapsamı eski arkadaş/yoldaş kulüpleri sınırlılığında, sayısı ancak onlarla ifade edilebilecek ölçüde dar bir grubu barındıran, bu bakımdan, yüzde altmışından fazlasının kırk yaş altında olduğu bilinen Kürd demografik coğrafyasında kitleselleşme imkânı hayli sorunlu ve kuşkulu, verili durumda,
PWK’nin kuruluş kongresine ve törenine dair fotoğraflara yansıyan katılım hâli ışığında apaçık ortada olan, genel olarak "alternatif" ya da ulusalcı akım denilebilecek, Hak-Par, PAK (yeni adıyla Pwk) ve PSK ile PDK-T gibi birkaç tabelanın daha içinde sayılabileceği kümenin, program, politika ve uygulama sorunlarından önce, demografik ve dolayısıyla fiziksel yapısına ilişkin bu açmazı, HDP’nin hegemonik dairesinden kopma eğilimindeki toplumsal grubun temsil boşluğunu doldurma kapasitesi açısından mutlak bir engel olarak öne çıkıyor.
Böylece, Türkiye'de Kürd siyasal hareketinin ya da güncel çeşitliliği itibarıyla hareketlerinin mevcut durumu ve yakın gelecekteki muhtemel akıbeti, Arap Baharı sürecinde Suriye'de ve işgal sonrası Irak'ta yaşanan ilerlemelerden atılan geri adımlara eşlik edip, Kürd sorununun çözümsüz sürdürülebilirliğinin belirsiz bir süre daha devamını haber veriyor.
***
Hâl böyle iken, Sezgin Tanrıkulu'nun son çıkışı ve karşılaştığı tepkiler, Tanrıkulu'nun, özellikle CHP’deki uzun geçmişe sahip, bir ayağı Kürd sorununda diğeri Türkiye siyasetinde aynı anda üstünde durabildiği ikili kişisel politik konumu itibarıyla yeni bir aktör olarak, gençlik kuşakları başta olmak üzere, HDP konusunda tereddüt içindeki Kürd seçmenin temsil tercihlerine ilişkin sorgulamaya katılmasını sağlamış oldu. Nitekim kısa bir süre önce Ayhan Bilgen girişimi de, bu soruyu kısa süreliğine de olsa gündeme getirmiş, yeni bir seçenek sunma iddiasıyla, HDP seçmen kitlesinde muhtemel bir boşalma alanını imâ ve işaret etmişti.
Gerçekten de, Cumhurbaşkanlığı ile İstanbul belediyesi seçimleri gündeminde ön plana çıkıp, Türkiye siyasetinin ve medyasının gündemini en çok meşgûl ettiği izlenen, televizyon sunucularının "uzman" konuklarına en çok sordukları soru olarak "iki blok arasındaki rekabetin tampon, dolayısıyla seçimin sonucunu belirleyecek kilit unsur olarak Kürd seçmeninin nasıl davranacağı" sorunsalı, Kürd siyasal hareketi kadar Türkiye siyasal aktörlerinin de yanıtını aradıkları yakıcı bir soru olarak, Kürd ve Türk kamuoylarının önünde, orta yerde durmaya devam ediyor.
Ne var ki, soru, on yıllardır alternatif ihtimalleri üzerine kafa yormaktan ısrarla kaçınıldığı üzere, aynı sabit zemin üstünde tek yönlü biçimde, Kürdlerin Türkiye siyasal sistemi içerisinde temsili sorunsalından ibaret bir içerikle tartışıldığından, seçmenin yolu gönüllü ya da gönülsüz yine ana akıma, hdp'ye çıkıyor. Bu da, HDP aklını, Kürd seçmenin her durumda HDP’yi tek partisi olarak kabul ettiği algısının rahatlatıcı yanılsamasına vardırıyor. Oysa, 2023 seçimlerinin sonucunda ortaya çıktığı üzere, seçmen iradesinin bundan o kadar da emin olmadığı anlaşılıyor.
Tam da noktada, Tanrıkulu'nun çıkışının, Kürdlerin Türkiye siyasal sistemi içinde temsili sorununa ve tartışmalarına yeni bir boyut ve belki de çözüm önerisi getirme kapasitesine sahip olabileceği ihtimali beliriyor. Bu da yazının başlığını belirleyen biçimde, Türkiye'de Kürd siyasetinde ve hatta Kürd sorununun düşünülmesinde, yerleşik akımlar dışında üçüncü bir yol imkânı olup olmadığı sorusunu sorduruyor.
Buna göre, Kürd meselesinin Türkiye'deki tartışılma içeriği ve biçimi, bugüne dek Kürdlerin Türkiye'ye entegrasyonu ve Türkiye siyasetinde temsili sorunsalı üzerinden hep tek yönlü bir hat üzerinde devam etti ve nihayet sonuçsuz kaldı. Çünkü ve çok basit biçimde, entegrasyonun taraflardan birine giden tek yönlü bir hat değil, taraflar arasında çift yönlü bir iletişim ve etkileşim süreci olduğu gerçeği hep göz ardı edildi; asla dikkate alınmadı ve ne düşünce ne de politika üretimi sürecine dâhil edildi. Soru yanlış soruldukça cevabın da daima yanlış çıkması, eşyanın tabiatı icabı oldu.
***
Hem Kürd kimliğine ve özelde Kürd siyasal hareketine yabancılaşmamış bir Kürd, hem ailesinden fertlerin de Kürd sorununun mağdurlarından ve halen temsilcilerinden olduğu ve Kürd sorunu kaynaklı insan hakları savunuculuğundan ödün vermemiş bir hukukçu, ve hem de Türkiye siyasal sisteminin kurucusu olma iddiasındaki CHP'de Genel Başkan yardımcılığı düzeyine ilerleyebilecek denli de "Türkiye" siyasetçisi olma vasıflarını aynı anda kendinde meczedebilmiş bir "kesişim kümesi" konumunda duran Tanrıkulu, Türkiye'de Kürd sorununun tek yönlü klasik algılanış ve tartışılma geleneğinin sebebinin ne olduğu sorusuna, bizzat kendi var oluşu ve deneyimiyle, akılcı, gerçekçi bir cevap oluşturuyor.
Tanrıkulu, Ankara'da bir Kürd olarak, sadece Kürdleri Türk toplumu önünde değil, aynı zamanda CHP milletvekili olarak Diyarbakır'da, Türklerin de Kürd toplumu nezdinde siyasal temsili işlevini de üstlenmiş durumda.
Bu hâliyle, Kürd siyasal hareketinin ana ve alternatif akımlarının neredeyse yarım asırdır yapageldikleri gibi, sadece Kürdlerin taleplerini Türkiye gündemine taşıma çabasıyla kalmıyor; her iki yakanın ulusalcıları tarafından bu yönde eleştirilse de Türkiye toplumunun dörtte birinin siyasal iradesini temsil eden bir partinin rozetiyle, Türkiye toplumunun temsilini de Kürd seçmeni önünde icra ediyor olmakla, iki yakayla birden ve aynı anda bağlantısı olan bir köprü işlevi görüyor.
Böylece, "entegrasyon" kavramının doğasına uygun biçimde, iki yönlü temsil "nakliye"si gerçekleştiriyor. Sonuçta, Türkiye'de Kürd sorununun tartışılmasına ve özelde Kürd seçmenin iradesinin nasıl temsil edileceği sorusuna, ayrılık olmayacak ve fakat bir entegrasyon olacaksa, bunun ancak ve ancak çift yönlü gerçekleşebileceğini gösteren "rasyonel" bir cevabı ilk kez verebilmiş olma ayrıcalığına sahip oluyor.
***
Böylece, Tanrıkulu, Kürd-Türk ilişkileri tarihinin kum saatini tersine çevirerek, yerleşik geleneğin aksi yönde, merkezde Kürd, yerelde Türkiye siyasetini yürütebilmenin ve temsil edebilmenin bir imkânı olabileceği hipotezini, her iki topluma da sunmuş oluyor. Türklerin ve Türkiye'nin, Kürd toplumu nezdinde daima yerel toplumun dışında, sadece seçim zamanında ziyaretlerde ve mitinglerde görülebilen politikacı figürü ile genellikle kamusal alanda görülmeyen bürokrasi eliyle "dışarıdan" ve bu yüzden etkisizliğe mahkûm, yabancılaşmış temsili yerine, "içeride" ve "içeriden" temsil edilebilirliğine yönelik, en azından denenebilir, somut bir araç sunuyor.
En önemlisi, Türkiye toplumu nezdinde, üstünde PKK gölgesi olmayan bir Kürd temsilinin, karşılıklı konuşurken "o üç harf"i, ne olumlu ne olumsuz, hiç telaffuz etmeden iletişim kurmayı deneyebilecek bir temsilin imkânını varlığında taşıyarak, bugüne dek çözüm yollarını tıkamaya yarayan en etkili ve değişmez bariyer olarak kullanılagelen, toplumsal bilince ve hafızaya egemen Kürdofobik kolektif ırkçı nefretin elindeki "terör suçlaması" kılıcını yere düşürebilmenin, böylece Kürd meselesinin tarihinde ilk kez, savaşmadan konuşabilmenin yolunu gösteriyor.
Bu tarihsel imkânın değerlendirilip denemeye girişilmesi, onlarca senedir denenip hiçbir somut sonuç üretememiş tek yönlü temsil geleneğinden farklılaşılarak, Tanrıkulu'nun şahsında, ilk kez, Türkiye'nin ve Türklerin de Kürdler nezdinde temsil işlevi sürece dâhil edilmekle, yüz yıldır avara kasnak gibi boşuna dönüp duran entegrasyon aygıtı yerli yerine oturtulup, iki dişlisinin birlikte çalışmasını sağlamaya yaklaşılmış olunabilir.
Sonuçta, şahsen varlığıyla temsil ettiği ve elinde tuttuğu imkân, öyle ya da böyle, o taraf ya da bu taraf eliyle heba edilmezse, Tanrıkulu'nun ayakları iki yakaya da basan duruşuyla işaret ettiği veya muhtemel bir siyasal girişimle adım atacağı yön, Türkiye'de Kürd sorununun çözümüne giden güzergâhı gösteriyor olabilir.
Diğer yazıları: HDP Olağanüstü Kongresi Üstüne Notlar
(℗) PeyamaKurd
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. PeyamaKurd'un yayın politikası ve editoryal paradigması ile her zaman uyumlu olmak zorunluluğu yoktur.
Bu Makale 42134 defa okunmuştur.